Yıldırım Beyazıt’ın Hayatı

Yıldırım Beyazıt kimdir? “Yıldırım” lakabıyla tanınan Niğbolu fatihi, dördüncü Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt veya 1. Beyazıt’ın hayatı...

1. Beyazıt, 1354 doğdu. Sultan 1. Murat’ın büyük oğlu olup annesi Gülçiçek Hatun’dur. 1381 yılı dolaylarında Germiyanoğlu Süleyman Çelebi’nin kızı Sultan Hatun ile evlendi ve hanımının çeyizi olarak Osmanlılara bırakılan topraklara sancak beyi tayin edildi. Yerleştiği Kütahya’da Osmanlıların doğu sınırlarının muhafaza ve gözetimi ile görevlendirildi.

1386’da babasının Karamanoğlu Alâeddin Bey’e karşı giriştiği sefere katıldı, Frenk Yazısı Savaşı’nda gösterdiği cesaret ve atılganlık dolayısıyla Yıldırım lakabını aldı. Onun ilk Amasya valisi olduğu kanaati, Kadı Burhâneddin’e karşı Osmanlı hâkimiyetini kabul eden Amasya Emîri Ahmed ve Çandarlı Süleyman Bey ile olan münasebetler sırasında (1384-1388) bazı bölgelerin Osmanlı idaresine girmesi hadisesinden ortaya çıkmıştır. Şehzade Beyazıt, 15 Haziran 1389’da Türkler’in Rumeli’deki geleceğini tayin eden Kosova Savaşı’nın kazanılmasında önemli rol oynadı. Bu savaş sırasında babası 1. Murat çok ağır bir şekilde yaralanınca, büyük oğul olması ve üstün yeteneği dolayısıyla kendi yerine onun getirilmesini vasiyet etti. 1. Murat’ın ölümü ile de bu vasiyet gereği tahta çıkarıldı. Devlet erkânının tavsiyesiyle, hayattaki tek kardeşi Yâkup’u herhangi bir iç savaşa sebep olmaması için öldürttü. Bu arada esir düşen Sırp Prensi Lazar da savaş meydanında idam edildi.

BEYLİKLERİN AYAKLANMASI

Yeni padişah savaştan sonra Bursa’ya dönmek üzere derhal harekete geçti. Çünkü bu sırada Anadolu’da Osmanlılara tâbi olan beylikler isyana kalkışmışlar, eski topraklarına yeniden sahip olabilmek için Karamanoğlu’nun etrafında toplanmışlardı. Karamanoğlu Alâeddin Bey Beyşehir’i alarak Eskişehir’e kadar uzanmış, Germiyanoğlu 2. Yâkup Bey miras yoluyla kaptırdığı toprakları yeniden zaptetmiş, Kadı Burhâneddin ise Kırşehir’i almıştı. Yıldırım Beyazıt Anadolu’ya geçmeden önce Sırp kralının oğlu Stefan Lazareviç ile müzakereye girişerek kız kardeşi Olivera’yla (Maria Despina) evlenmek ve Sırplar’dan yardımcı kuvvet olarak faydalanmak üzere bir antlaşma yaptı. Bundan sonra Stefan sürekli Macar baskısı sebebiyle Yıldırım Beyazıt’a sadık kaldı ve hatta onun seferlerine katıldı. Fakat Yukarı Sırbistan (Üsküp, Priştine bölgeleri) hâkimi Vuk Brankoviç, kendi bölgesindeki önemli maden şehirlerine sahip olmaya çalışan Osmanlılara karşı koydu. Ancak bu yörede faaliyet gösteren Paşa Yiğit Bey 1391’de Üsküp’ü almayı başardı. Böylece Bosna ve Arnavutluk’a yönelecek akınlar için bir üs elde edilmiş oldu.

ANADOLU'NUN FETHİ

Anadolu’ya geçen Yıldırım Beyazıt 1389-1390 kışında Alaşehir’i zaptettiği gibi Batı Anadolu’daki Türkmen beyliklerini, Aydın, Saruhan, Menteşe, Hamîd ve Germiyan’ı Osmanlı idaresi altına aldı. Çandaroğlu Süleyman Bey ve Bizans imparatorunun oğlu Manuel Palaeologus da kuvvetleriyle birlikte Osmanlı ordusunun yanında bu sefere katılmışlardı. Yıldırım Beyazıt 1390 Mayısında Afyonkarahisar’da bulunuyor ve Karamanoğlu’na karşı sefer hazırlığı ile uğraşıyordu. Nihayet harekete geçerek Beyşehir’i aldı, ardından Konya’ya yürüdü ve şehri kuşattı. Bu sırada ittifaktan ayrılıp Kastamonu’ya dönen Süleyman Bey Karamanoğlu’na yardım için Kadı Burhâneddin ile bir anlaşma yaptı. Ortak kuvvetlerin Kırşehir’e gelmeleri, muhtemelen Yıldırım Beyazıt’ın Konya kuşatmasını kaldırmasına ve Karamanoğlu’nun antlaşma teklifini kabul etmesine yol açtı. Bu antlaşma ile iki devlet arasında Çarşamba suyu sınır oldu, Beyşehir ve civarındaki bazı yerler ise Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. 

Yıldırım Beyazıt 1391’de Süleyman Bey üzerine yürüdü. Ancak Süleyman’ın müttefiki Kadı Burhâneddin’in kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. 1392 ilkbaharında yeniden Süleyman Bey üzerine yürümek için büyük hazırlıklar yapmaya başladı. Hatta 6 Nisan 1392 tarihli bir Venedik raporunda, Yıldırım Beyazıt’ın vassâl*i durumunda bulunan Manuel Palaeologus’un Sinop’a karşı yapılacak deniz seferine katılmak üzere olduğu bildirilmekteydi. Bu sefer, Sinop hariç Süleyman’a ait yerlerin zaptı ve onun ölümü ile sonuçlandı. Daha sonra Yıldırım Beyazıt, Kadı Burhâneddin’in protesto ve tehditlerine rağmen Osmancık üzerine yürüyerek burayı ele geçirdi. Fakat Çorumlu mevkiinde iki taraf arasındaki mücadeleyi Kadı Burhâneddin kazandı ve yenilgiye uğrayan Osmanlı kuvvetleri geri çekildi.

Kadı Burhâneddin bu galibiyetin verdiği cesaretle hücumlarını Sivrihisar ve Ankara’ya kadar uzattı, yağma ve tahribatta bulundu. Ancak Burhâneddin’in kuşatması altındaki Amasya emîri 1392’de Amasya’yı Osmanlılara teslim etti. Ertesi yıl bölgeye gelen Yıldırım Beyazıt Amasya’ya girerek şehri teslim aldı. O yörede bulunan, Çarşamba vadisindeki Tâceddinoğulları, Merzifon bölgesindeki Taşanoğulları ve Bafra hâkimi gibi mahallî beyler Bayezitin hâkimiyetini tanıdılar. Bu arada müttefikleriyle bozuşan Kadı Burhâneddin ise geri dönüş sırasında Osmanlı kuvvetlerine karşı tâciz edici hücumlar dışında önemli bir harekâta girişemedi.

BİZANS’IN BASKI ALTINA ALINMASI

Bayezit daha sonra dikkatini batıya çevirdi ve burada hâkimiyetini sağlamlaştırmaya çalıştı. Kosova Savaşı’ndan sonra Bizans üzerindeki kontrolü oldukça artmıştı. Bizans İmparatoru 7. Johannes’in tahta çıkışını (1390) destekledi. V. Johannes ve oğlu ortak imparator Manuel’e de aynı desteği verdi (1391). Hatta Manuel Anadolu seferlerinde ona yardımda bulunmuş ve bağlılık göstermişti. Doğuda Anadolu işleriyle ilgilendiği sırada batıda sınır boylarındaki uç beyleri düşmanlarını baskı altında tutuyor ve gazâ faaliyetlerini sürdürüyorlardı.

Paşa Yiğit Vuk Brankoviç’e boyun eğdirmiş, Evrenos Bey Kitros ve Vodena’yı fethederek Tesalya’ya doğru ilerlemiş, Firuz Bey Eflak’a, Şahin Bey ise Arnavutluk’a karşı akınlarda bulunmuştu. Fakat Eflak prensi Mirçea, Bayezit’in Anadolu’daki meşguliyetinden faydalanarak Silistre’yi geri almayı başarmış ve Karinâbâd’daki akıncılara karşı başarılı hücumlar yapmıştı. Venedikliler bir yandan Bizans üzerinde baskı kurmaya çalışırken aynı zamanda Mora ve Arnavutluk’ta da faaliyet gösteriyorlar, Macarlar ise Eflak ve Tuna Bulgaristanı’nda nüfuzlarını yaymak için uğraşıyorlardı. Bu durum karşısında Bayezit bütün gücünü Balkan işlerine vermeye mecbur oldu.

1388’den beri Osmanlı kontrolü altında bulunan Tırnova’yı 17 Haziran 1393’te aldı, Bulgar Kralı Şişman bir Osmanlı vassâli olarak Niğbolu’ya gitmek zorunda kaldı. 1393-1394 kışında Bayezit bütün Balkan prenslerini ve Palaiologoslar’ı Serez’de toplantıya davet ederek kendisine olan bağlılıklarını güçlendirmeye çalıştı. Özellikle Theodore Palaiologos’tan Venedik’e karşı Mora’daki belli başlı şehirlerin teslimini istedi. Ümitsizlik içindeki Palaeologlar, Theodore ve Manuel ona karşı çıktılar ve batıdan özellikle Venedikliler’den yardım talep ettiler.

BALKANLAR'IN FETHİ

Bunun üzerine Yıldırım Beyazıt bizzat Yunanistan üstüne yürüdü ve ilk olarak 1387’de alınan, ancak daha sonra 1389’da kaybedilen Selânik’i yeniden ele geçirdi (1394). Ayrıca Tesalya bölgesini Salone, Neopatrai gibi şehirler de dahil olmak üzere fethetti. Evrenos Bey’i kuvvetleriyle Mora’ya gönderdi. Fakat Theodore bu arada Argos’u Venedikliler’e vermişti (27 Mayıs 1394). Diğer bir Osmanlı toprağını ise doğrudan doğruya hâkimiyet altına alınan Güney Arnavutluk teşkil etti.

Lala Şâhin Arnavutluk sahilleri üzerindeki Venedik hâkimiyeti altında bulunan yerlerde tâciz edici bir baskı kurdu. Bayezit ayrıca yedi yıldır abluka altında tuttuğu İstanbul’u 1394 ilkbaharında yeniden sıkı bir kuşatma altına aldı. 1395’te ise Macaristan üzerine hücuma geçti ve yolu üzerindeki Slankamen, Titel, Beçkerek, Tımışvar, Kraşova ve Mehadiye gibi kalelere saldırdı. Eflak’ta Argeş nehri civarında 17 Mayıs 1395’te meydana gelen savaşta yenilgiye uğrattığı Mirçea’nın yerine Vlad’ı tahta geçirdi. Ardından Tuna’yı geçerek Niğbolu’ya ulaştı ve Kral Şişman’ı yakalatıp öldürttü. (3 Haziran 1395)

NİĞBOLU ZAFERİ

Bayezit’in bu âni ve süratli fetihleri, Macarlar ve Venedikliler’in bir ittifak kurarak Osmanlılara karşı yeni bir Haçlı seferi başlatmalarına yol açtı. 1396’da Yıldırım Beyazıt İstanbul’u almak için büyük bir gayret sarfederken Macar Kralı Sigismund idaresindeki Haçlı kuvvetleri Niğbolu’yu kuşattılar. Acele olarak kuşatmayı kaldırıp oraya giden Bayezit onları büyük bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396).

Ardından son bağımsız Bulgar prensi Stratsimir’den Vidin’i aldı. Artık Balkanlar ve İstanbul’un kaderi tamamıyla Yıldırım Beyazıt’ın elindeydi. Bizans İmparatoru Manuel, İstanbul’da bir Türk mahallesi kurulması, cami yapılması ve bir kadı yerleştirilmesi teklifini kabul etmek zorunda kaldı. Evrenos Bey 1397’de Argos ve Atina’yı aldı.

Yıldırım Beyazıt, Niğbolu mücadelesi sırasında düşmanca hareketlerde bulunan Karamanoğlu Alâeddin Bey üzerine yürümek için Anadolu’ya geçti. Akçay Savaşı’nda mağlûp olan Alâeddin Bey Konya Kalesi’ne kapandıysa da yakalanarak öldürüldü.

Yıldırım Beyazıt Konya ve diğer Karaman toprakları Osmanlı hâkimiyeti altına girdi (1397 sonbaharı). Ertesi yıl Canik bölgesi ve Kadı Burhâneddin’in hâkim olduğu yerler Osmanlı topraklarına katıldı. Ancak Bayezid, Timur tehlikesine karşı Memlük sultanı ile anlaşmak yerine onlara ait Elbistan, Malatya, Behisni, Kâhta ve Divriği gibi şehirleri ele geçirdi.

1402 ANKARA SAVAŞI

Öte yandan Bizans’a yardım için Türk sahillerine gelen Mareşal Boucicaut, Gelibolu önlerinde zayıf Türk filosunu vurarak İstanbul’a ulaşmış, ancak onun getirdiği az sayıdaki yardım kuvveti Bizans’ı rahatlatmaya yetmemişti (1399 yazı).

Manuel Türkler’e karşı daha fazla yardım talebinde bulunmak üzere Avrupa’ya gitti (10 Aralık 1399). Fakat İstanbul kuşatmasına iyice hız verildiği ve şehrin düşmesinin an meselesi olduğu bir sırada doğuda Timur tehlikesi baş gösterdi. Nitekim 1399 sonbaharında Emir Timur Doğu Anadolu’da bulunuyordu. Emir Timur 1394’te Anadolu’nun doğu kesimindeki ilk işgalinin ardından batı taraflarını da ele geçirmeyi arzu ediyordu.

İran’a hâkim olan Emir Timur, Büyük Selçuklular’ın ve İlhanlılar’ın vârisi olmak iddiasıyla Anadolu üzerinde hâkimiyet kurmak istiyordu. Yıldırım Beyazıt ise Selçuklular’ın mirasçısı sıfatıyla Anadolu’da birliği sağlamak düşüncesindeydi. Ancak Emir Timur, başlangıçta gazânın liderliğini elinde tutan Yıldırım Beyazıt’a karşı harekete geçmekte tereddüt etti.

Yıldırım Beyazıt’a karşı koyan ve kaçıp kendisine sığınan Anadolu beylerini iyi karşıladı. Buna mukabil Bayezit de Emir Timur’un düşmanları Sultan Ahmed Celâyir ve Kara Yûsuf’u korudu, onları kendi hizmetine aldı. Bu durum Emir Timur’u çok kızdırdı. Anadolu’ya yürüyüp Erzincan’a geldi ve Erzincan Emîri Mutahharten tarafından karşılandı. Ardından Osmanlılar’a ait Sivas Kalesi’ni kuşattı (1400 Ağustosu); şehir teslim olduysa da kanlı bir şekilde yağmalandı, sonra da Mutahharten’e bırakıldı (1401). Nihayet Emir Timur ile Yıldırım Beyazıt, Ankara yakınında Çubuk ovasında karşı karşıya geldiler (28 Temmuz 1402).

YILDIRIM BEYAZIT NASIL VEFAT ETTİ?

Yapılan savaşta Yıldırım Beyazıt yenildi ve esir düştü, bir süre sonra da esaret altında Akşehir’de vefat etti (8 Mart 1403). Ankara Savaşı, Yıldırım Beyazıt’ın süratli bir şekilde genişlettiği devletin çökmesine yol açtı. Eski topraklarına yeniden sahip olan Anadolu beyleri gibi ülkenin geri kalan kısmı için birbirleriyle mücadeleye girişen Osmanlı şehzadeleri de Emir Timur’un hâkimiyetini tanıdılar. Osmanlı tarihinde Fetret Devri adıyla anılan bu döneme ait meseleler, ancak 2. Mehmet devrinde kesin bir çözüme kavuşturulabildi.

OSMANLI DEVLET SİSTEMİ

Yıldırım BeyazıtAnadolu ve Rumeli’de tâbi hânedanları ortadan kaldırmak ve Yakındoğu İslâm devlet anlayışı çerçevesinde merkezî bir devlet kurmak gayesini benimsemişti. Bu gayesinde kısmen başarılı olmuş, ilk merkezî idareyi kurarak kul* sistemini düzenleyip yerleştirmiş, yeni örfî hukuk uygulamaları getirmiş, kanunnâmeler çıkartmıştır. Onun zamanında Tuna’dan Fırat’a kadar, padişahın kulları tarafından idare edilen merkezî bir devlet sistemi başarıyla uygulanmış, böylece Osmanlı Devleti Batı Avrupa’dan Orta Asya’ya, Mısır’dan Altın Orda sahasına kadar uzanan bölgede milletlerarası siyasetin başlıca odak noktasını oluşturmuştur. Fakat bu yeni merkezî devlet çok uzun ömürlü olmamış, Timur darbesiyle Osmanlı Devleti Anadolu’da hemen hemen 1. Murat devri başlarındaki sınırlarına çekilmiştir. Ancak bütünlüğünü koruyan Rumeli toprakları sayesinde bu zor dönem tekrar aşılmış ve yeniden toparlanma mümkün olabilmiştir.

Son derece cesur, faal ve yetenekli âdil bir idareci olan Yıldırım Beyazıt sert bir mizaca sahipti. Hayatta kalan altı oğlundan Süleyman, Îsâ, Mûsâ ve Mehmet çelebilerin saltanat mücadelesine giriştikleri, en küçük oğlu Kasım’ın Süleyman Çelebi tarafından rehin bırakıldığı Bizans’ta kaldığı, Mustafa’nın ise “Düzmece” lakabıyla özellikle 2. Murat zamanında taht iddiacısı olarak ortaya çıktığı bilinmektedir.

YILDIRIM BEYAZIT’IN YAPTIRDIĞI ESERLER

Hayatı baştan başa savaş ve mücadelelerle geçen Yıldırım Beyazıt’ın öldüğü zaman birçok hayratı da bulunmaktaydı. Bursa’da zâviye, medrese, imaret, han, köprü, dârüşşifa yaptırmış, muhteşem Ulucami’yi de yine o inşa ettirmiştir (1400). İstanbul’u baskı altında tutmak için Güzelhisar diye de anılan Anadoluhisarı’nı yaptırdığı gibi (1396-1397), Anadolu’nun diğer bazı şehirlerinde ve Rumeli’de hayır eserleri meydana getirmiştir.

Kaynak: DİA

 

İslam ve İhsan

NİĞBOLU SAVAŞI VE YILDIRIM BEYAZIT

Niğbolu Savaşı ve Yıldırım Beyazıt

OSMANLI PADİŞAHLARI VE HAYATLARI

Osmanlı Padişahları ve Hayatları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.