Yokluk Aynasında Esad Erbili Hazretleri
Aklı tanrılaştırarak kirlenmeye maruz kalmış mana yoksulu modern insanın, yokluk aynasında yapılanmaya, tamir, salah ve tecdid açısından ne kadar ihtiyacı var.
Tasavvufta “yokluk” kavramı etrafında şekillenen tarifler ve mana muhtevaları, temelde Allah’ın Bakîliği ve yarattığı her şeyin fanîliği çerçevesinde yerini alır.1 Bu husus başta kelime-i tevhidde olmak üzere Kur’ân’ı Kerim’de de sık sık vurgulanır. Mesela şu iki ayet, bu konuda dikkat çeker:
“Orada olan her şey fanidir, celal ve ikram sahibi Allah’ın vechi bakidir”2, “Allah dilediğini mahveder, dilediğini ispat eder.”3
YOKLUĞUN MANALARI
Tams, mahv, nefy, mahk, fakr, tevazu, fena vs. gibi kavramlar, yoklukla ilgili mana muhtevasına sahiptirler. Başta Kuşeyrî (ö.465/1072) ve Serrâc (ö.378/988) olmak üzere, kaynaklara baktığımızda tevhid sırrı olarak yokluk, irfanî dilde şu manalara gelebilir:
Yokluk:
1) İlimdeki cehle ulaşmaktır. Yani Hz. Peygamber (sav) lisanıyla “Ma arafnake hakka ma’rifetike ya ma’rûf” yani “Seni hakkıyla bilemedik” noktasında bilemediğimizi bilme zirvesine varmaktır.
2) Konuşmada sükûtu artırmak, hafif sesle az, öz, nazik, ince ve kibar bir üslubu yakalamaktır.
3) Tevazu’un hakikatine varmak ve kötü ahlaktan kurtulmaktır.
4) Nefsi terbiye edip İslamlaş-tır-mak, yani onun kontrolünden çıkmak ve onu kontrol altına almaktır.
5) Gözde mahviyet; “nazar ber kadem”dir. Yani gözü lüzumsuz dışa açılan, hata arayan bakışlardan kurtarıp, kendine dönüp kendi hatalarına bakıp onları düzeltmektir.
6) Kalplerin mahvi; inkisardır, kırık ve hüzünlü olmasıdır.
7) Kendini hiç kimseden üstün görmemektir.
8) Davranışta melekler gibi teenni üzere olmak, aceleyi terk etmektir.
9) Aklın mahviyeti; sınırını bilip Allah’ın sonsuzluğu önünde saygıyla eğilmektir.
10) Hayatın Mahvi; bütün bir hayatın ölümle biteceğini bilip, hayatı ölüm referanslı olarak düzenleyip terbiye etmektir.
11) Kendini ve âlemi yok bilip mutlak varlık olarak sadece Allah’ı (cc) tanımak ve bilmektir. Yani “La ilahe illallah”ın sırrına ulaşmaktır.4
Bu örnekler çoğaltılabilir. Kamil insan olamayanlar yani Allah’a (cc) kul olabilme yolunda mahvını fark edemeyenler, bir şekilde kendilerini kalben, kavlen ve amelen ilahlaştırma tehlikesine düşerler. Bu girişten sonra şimdi Hz. Pir-i Ekmel Es’ad Efendimiz’de (ks) bazı mahviyet örneklerini görelim. Es’ad Efendi (ks) mahviyette gerçekten büyük bir mekanet sahibiydi. Müridlerinden biri ona bir mektup yazmış, Es’ad Efendi (ks) de ona cevap verirken şu şekilde ince bir mahviyet libasına bürünmüştü:
Müridine yazdığı bilinmese, sanki bir müridin mürşidine yazmış olduğu bir mektup gibidir bu…
“Alçak gönüllüğünüzün eseri lütfedip yolladığınız ikinci mektubunuzu aldım. Hissettiğim manevî memnuniyeti ve sevinci anlatmak için, cevher saçan bir kaleme ve amber misali bir mektup yazmaya ihtiyacım var. Öyle ki, mektubun her noktasında saklanan ve her nüktesinde gizlenen zarafet izleri ve saadet meyveleri keşfe ve izaha layıktır. Bununla beraber; “insanı konuşturan dinleyicisidir”, hikmetine dayanarak, özellikle bütün kusur ve hatalarımızın affına hazır olan yüce merhametlerinize sığınarak bir iki satırlık da olsa mektubunuza cevap yazmaya ve başınızı ağrıtmaya cesaret ettim, cüret gösterdim.”5
Görüldüğü gibi Es’ad Efendi (ks) mektubunda, müridini mürşidi yapmış, kendisi de ona mürid olmuştur. Okuyucu olarak acaba biz bu mektubun neresindeyiz?
Es’ad Efendi’nin (ks) mahviyet yüklü davranışı, dergâhın misafiri Carl Vett’i de etkilemiştir.
Es’ad Efendi (ks) bir grup ihvanıyla akşam vakti yorgun argın dergâha döner. Onca yorgunluğuna ve ilerlemiş yaşına rağmen, manevi destek için birkaç adım ötedeki sıcak aile yuvasında gecelemek yerine, rahat olmayan, soğuk misafir bölmesinde kalır. 80’lik ihtiyar Şeyh’in bu mahviyeti, Carl Vett’i çok etkiler.6
YOKLUK AYNASI
Hacı Asım Bey’e yazdığı cevabî mektubunda Es’ad Efendi (ks), kendini yokluk aynasında ölçüp biçerken şöyle der:
“… Bu fakir (Es’ad) kardeşiniz (salih) bir ameli olduğuna inanmıyor. Sadece bir tek namaz kılıyorum (o kadar)… Ancak bunu da alışılmış bir âdetin gereği mi, yoksa çevredeki insanların diline düşüp kınanması korkusundan mı yapıyor? Nedir? Bilemiyorum. Sonuç olarak, halis (sırf) Allah rızası için olduğuna da hiç inanmıyorum. Ayrıca nefsimin hile ve aldatmacalarından emin olamıyorum. Cenab-ı Hak hepimize imanın hakikatine ermeyi nasib etsin! Âmin…”7
Mana zirvesindeki Es’ad Efen-di’nin (ks), inkisar ve tevazudaki bu halini anlamak ve şerh etmek gerçekten güç…
Kelamî Dergâhı’nın hizmetkârlarından Hasib Yılancıoğlu Es’ad Efendi’yi (ks) anlatırken, O’nun hilm suretine bürünmüş mütevâzi kişiliğini şöyle resmeder:
“Halim selim bir zattı Pir Efen-di-miz (ks)… Pamuk gibiydi… Cemal te-za-hürü vardı… Genelde başı daima kalbe doğru hafifçe eğik vaziyette olurdu. Sürekli murakabe halindeydi…
Orta boyluydu, kâmil, âlim, fazıl ve latif bir zattı.”8
Es’ad Efendi’nin (ks) 5 Mayıs 1905 tarihli bir başka mektubu… Mektubun muhatabı ismini tesbit edemediğimiz muhterem bir Şeyh Efendidir:
“Saygıdeğer Efendi Hazretlerinin (bu fakire gösterdiği) iltifat ve dostluğu ile tekrar tekrar iftihar ettim.
(Şahsının) manevi derecelerinin yükselmesi için (Allah’a cc) yalvardım, yakardım. Çünkü yüce zatınız kendi nefsini gerektiği gibi küçültmüş ve alçaltmıştır. Yoksa aslında yok olan ve varlığı vehmî olan böyle küçük nokta misali bizim gibi (değersiz) kişilere, bu derece boyun eğip dostluk göstermezlerdi.”9
Muhatabının mahviyetinde, kendi fakrını gören Es’ad Efendi’nin (ks) bu makamdaki hali, ibret alanlar için ne büyük bir mesajdır, vesselam…
ZAMANIN EN BÜYÜK KUTBU
Şimdi yeri gelmişken burada bir anekdota da yer verelim:
Bir Müderris Efendi Darü’l-Fünûn’dan emekli olunca, artık ömrünün son demlerini zikirle, huzurla ve maneviyatla geçirmek üzere kendine bir şeyh bulmak ister. Epey bir araştırmadan sonra, tavsiyeler üzerine Kelâmî Dergâhı’na gelir. Es’ad Efendi (ks) ile buluşur, kucaklaşırlar, oturup sohbete başlarlar.
“Efendim!” der Müderris Efendi konuşma sırasında “Zamanımızın en büyük kutbu sizmişsiniz, bu yüzden sizden manevî ders almak istiyorum.”
Bu ifadeler karşısında Es’ad Efendi (ks) çok mahcub olur, hemen sessizce başını öne eğer. Ve bir süre öylece sükût üzere kalır. Daha sonra Es’ad Efendi (ks), yavaşça mahzun bir şekilde başını kaldırır, müderrise şu soruyu sorar:
Estağfirullah Hocaefendi, bu fakire söyleyiniz lütfen. Siz ilim erbabısınız. Bu ümmetin faziletçe en üstünü kimdir?
Hz. Ebubekir (ra)’dir efendim…
Söyleyiniz bu fakire… Hz. Ebubekir’e son nefeste imanla ölme garantisi verilmiş miydi? Müderris:
Hayır Efendim, deyince...
- Hocaefendi, bu ümmetin en büyüğüne bile imanla ölme garantisi verilmemişken bu âcizin son nefeste durumu ne ola ki… Sonumuz ne olacak?
- Senelerce bu havf (korku) ile yaşıyorum. Acaba imanla ölebilecek miyim?
- Nerde kaldı şeyhliğimiz?
- Nerde kaldı kutupluğumuz?
- Halimiz ne olacak, buyurunuz oturup halimize, akıbetimize ağlayalım, der.
- Müderris Efendi bu cevaptan etkilenerek ağlamaya başlar ve beraberce sessiz sessiz bir süre ağlarlar.10
İşte mahviyet, işte yokluk…
ESAD EFENDİ’NİN YOKLUK FREKANSI
Es’ad Efendi’nin (ks) kendini anlattığı bir mektubundaki yokluk frekansı da oldukça ilginçtir:
“… Bu duacınız, kâinatın hatta zerrelerinin herhangi biriyle ölçüp kıyasladığımda, kendimi daima onun aşağısında görüyorum. Günahsız zayıf bir karıncaya bile kendimi üstün göremiyorum. Ancak Cenab-ı Hak, değerli ihvanımı faydalandırmak için, bu fakir kardeşinizi onların gözünde büyük gösteriyor.”11
Bir başka mektubunda da O’nun bizlere yokluk/hiçlik yönlendirmesi yaptığını görüyoruz:
“… İhtiyarlığın, artık ömrün bitip ahirete göç zamanının yaklaştığını hatırlatan halini seviyorum.
Şimdiye kadar şu dünya için çalışmamız belki akla daha yatkındı. Şimdi ne olacaksın? (Tamam) Peki bundan sonra (ne yapacaksın)? Genç mi olacaksın?
(Artık) uyanık olalım. “İrci’i” “dön!” ilahî emriyle vuku bulacak hakkın (ölüm) davetine hazır olmalısın…
İşte bu gibi şeyleri düşündükçe kendimi savunmakta acze düşüyorum. Ayrıca (bu konuda) akla uygun bir cevap da bulamıyorum. Cenab-ı Hak (bu hususta) hepimizi muvaffak eylesin. Gaflette bırakmasın! Âmin!”12
Yine bir mektubunda, bir aydır kendisi ve ihvanı için Allah’a (cc), kâmil bir iman nasib etmesi yönünde dua ettiğini ve kâmil imana ermek üzere ihvanının duasına muhtaç olduğunu, ayrıca bu keyfiyetin herkese duyurulmasını talep eden13 Es’ad Efendi (ks) bir başka mektubunda da şöyle yakınır:
“… Bu fakir kardeşiniz de nefsin kendisinden korkuyorum, (nefsimi asla temize çıkaramam)14 diyorum. Özellikle eli öpülmek, dua istenmek ve pek çok kimse tarafından intisab edilmek (bağlanmak), ne kadar tehlikelidir. Bütün bunların zerresini bile kendime mal edersem, hiç şüphesiz hemen helak olurum.”15
Ve… Son olarak bir mektubundaki yokluk aynasında yansıyan şu sözleri, bizleri uyandırması bakımından gerçekten mühimdir:
“Fakiriniz hala imanın aslını (hakikatini) kemale erdirmeye çalışıyorum. Bu Kelime-i Tevhidi doğru dürüst söylemeye çalışıyorum. Çünkü Allah’tan başka, kalpte bir matlub ve put bulundukça Lailaheillallah demek zor ve ayrıca manen kabule değer şekilde vuslata vesile olması da şüphelidir.”16
Sonuçta ifade etmek gerekirse Es’ad Efendi (ks) Hazretlerinin yokluk aynasında görülen maneviyat malzemeleri; havf, acz, fakr, miskinlik, hiçlik, tevazu, muhasebe, murakabe, kulluk, gözyaşı, hüzün, dua, takva, inkisar, intibah, harab ve nefsini levm olarak özetlenebilir.
Aklı tanrılaştırarak kirlenmeye maruz kalmış mana yoksulu modern insanın, bu türden bir yapılanmaya, tamir, salah ve tecdid açısından ne kadar ihtiyacı var, vesselam…
Dipnotlar: 1) Serrâc, el-Lüma’, nşr. Abdülhalim Mahmud-Taha Abdülbaki Sürûr, Bağdad 1960, s. 54; Kaşanî, Istılâhâtü’s-sufiyye, nşr. Muhammed Kemal İbrahim Cafer, Kahire 1981, s. 89; Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Kitabü’l-Cami’i’l-Usul, Mısır 1298/1880, s. 96. 2) Rahman, 37-8. 3) Ra’d, 13/39. 4) Kuşeyrî, Risâle, Mısır 1379/1959, s. 42; İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkîyye, nşr. Muhammed Abdurrahman el-Mer’aşlî, Beyrut 1997, II, ss. 542-3; Sühreverdî, Avârifü’l-Me’ârif, nşr. Muhammed Ali Beyzavî, Beyrut 1420/1999, s. 130. 5) Es’ad Erbilî, Mektubât, Sad. H. Kamil Yılmaz-İrfan Gündüz, İst. 1999, Mektub No: 16; Ayrıca bkz. Ethem Cebecioğlu, Allah Dostları 7, Kalem Yay. İst. 2013. 6) Cebecioğlu, Muhammed Es’ad Erbilî, ss. 137-8.; ayr. bkz. Carl Vett, Dervişler Arasında İki Hafta, çev. Ethem Cebecioğlu, Kaknüs Yay. İst. 2004. 7) Es’ad Erbilî, Mektubât, Ahmed Kamil Matbaası, İst. 1341-1343, s. 104; Mektubât, sad. H. Kamil Yılmaz-İrfan Gündüz, Mektub No: 73, s. 229. 8) Cebecioğlu, A. Hasib Yılancıoğlu, 20. Yüzyıl Evliya Menâkıbı, V, s. 20. 9) Es’ad-ı Erbilî, Mektubât, Mektub No: 66, s. 97; Mektubât, sad. H.K. Yılmaz-İrfan Gündüz, ss. 215-216. 10) Cebecioğlu, Muhammed Es’ad Erbilî, Allah Dostları-7, ss. 51-2. 11) Mektubât, Mektub No: 93, ss. 121-2; Mektubât, sad. H.K. Yılmaz-İrfan Gündüz, ss. 270-1. 12) Mektubât, Mektub No: 99, ss. 127-8; Mektubât, sad. H.K. Yılmaz-İrfan Gündüz, ss. 282-3. 13) Mektubât, Mektub No: 101, ss. 129-130; Mektubât, sad. H.K. Yılmaz-İrfan Gündüz, ss. 282-3. 14) Yusuf, 53. 15) Mektubât, Mektub No: 106, ss. 133-134; Mektubât, sad. H.K. Yılmaz-İrfan Gündüz, ss. 296-7. 16) Mektubât, Mektub No: 35, ss. 63-4; Mektubât, sad. H.K. Yılmaz-İrfan Gündüz, ss. 134-135.
Kaynak: Ethem Cebecioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 383