Yükü Az Olan Kurtuldu

Kalp zenginliği, dünyanın yükünden salim kalmanın en kestirme yoludur. Dünyanın yükünü azaltmak, kalbin azığını çoğaltmaktan geçiyor. Kalbin azığı, Allah’tan başka kimseye muhtaç olmayacak bir istiğnaya kavuşmasıdır. Böyle bir istiğna haline sahip olanın yükü az olur. Yükü az olan ise kurtulmuştur.

Selman-ı Fârisî radıyallahu anh, Peygamberimiz tarafından “hayırlı” diye vasfedilmiş, Kur’ân’ı ve Kitâb-ı Mukaddes’i iyi bilen anlamında “sâhibü’l-kitâbeyn” diye anılmış aziz bir sahabedir. Altın Silsile’nin üçüncü ismidir. Hayat hikâyesi, İslam’a ve Rasûlullah’a kavuşma gayretinin, hakikati aramanın ve bu uğurdaki fedakârlığın dillere destan bir misalini sergiler. Nebevî beyanla Cennet’in, hasretini çektiği üç kişiden birisi olan Hz. Selman’ın dünya ve dünyalığa bakışına dair misaller bugünün maddiyatla zehirlenmiş insanına iksir olabilecek dersler ihtiva etmektedir.

Bir keresinde kendisini ziyaretine gelen birisi evinde bir kılıç ile bir Mushaf dışında bir şey göremeyince çok şaşırmıştı. Hz. Selman ona zor ve meşakkatli bir yere, yani ahirete yolculuk yaptığını, mallarını o yüzden elden çıkarttığını söyledi. Valiliği sırasında tahsis edilen maaşı fakirlere dağıtır, elinin emeği ile kazandığını yemeyi tercih ederdi. Bunu nasıl yaptığı sorulduğunda şöyle cevap vermişti:

- Bir dirhem verip hurma yaprağı alıyor, yaptığım sepeti üç dirheme satıyorum. Üç dirhemin birini yaprak almak için ayırıyorum, bir dirhemi çocukların nafakasına harcıyorum, ötekisini de sadaka olarak veriyorum.

Vefat edeceği zaman ziyaretine gelen Sad b. Ebî Vakkas radıyallahu anh onu biraz durgun görmüş ve bu yüzden teselli etme ihtiyacı hissetmişti:

- Seni tedirgin görüyorum, oysa Rasûlullah senden razı olarak vefat etmişti.

Hz. Selman halini şöyle izah etti:

- Dostum Rasûlullah vefat ederken bize; “dünyada bir garip yolcu gibi olun” buyurmuştu. Acaba bunu yerine getirebildik mi diye düşünüyorum.

Bu sözler üzerine etrafına bakan Hz. Sa’d’ın evde görebildiği birkaç tane tabaktan başka bir şey değildi. Son anlarını yaşamakta olan bu aziz sahabenin neredeyse hiçbir şeyi yoktu ama yine de sahip olduklarının hesabını verememe endişesi içerisindeydi. Şu hadise onun bu hassasiyetini daha güzel aksettirir:

Valilik yaptığı Medain’de sel felaketi meydana gelmişti. İnsanlar canlarını ve mallarını kurtarmak için telaş halinde oraya buraya seğirtirlerken Hz. Selman sahip olduğu bütün eşyayı küçük bir torbaya koyarak yüksekçe bir yere çıktı ve şöyle seslendi: “Ey Ümmet-i Muhammed, yükü az olan kurtuldu!”

DÜNYA YOKUŞUNU NASIL ÇIKACAĞIZ?

Dünyadan ahirete doğru nefes nefese giden yolcularız. Önümüzde sarp bir yokuş var. Bu yokuşu aşmamız gerekiyor. Onun için ağırlıklarımızdan kurtulmamız lazım. Hâlbuki ne çok yükümüz var. Elimizde, gözümüzde, zihnimizde, kalbimizde ağırlıklar, yürümekte zorlanıyoruz, nerede kaldı sarp yokuşu aşmak? Sahip olduklarımıza bakıp sormamız gereken sorular var. Biz mi onlara sahibiz, onlar mı bize? Vesileler vuslatın yerini mi almış? Biz bu kadar malın, mülkün, eşyanın hesabını nasıl vereceğiz? Kalbimiz bu kadar ağırlıkla nasıl arı ve duru hale gelecek? Yükümüzü nasıl hafifleteceğiz?

Bize esas gayemizi unutturan her şey yüktür. Bu mal da olabilir, niyet de, söz de, ilişki de… Sahip olmak ya da dünya ile uğraşmak bizatihi kötü değildir. Her şeyin emrimize verildiği dünya hayatında Allah’ın bizim için yarattığı süsleri ve temiz rızıkları kimse haram kılamaz. Kötü olan yükü azığa çevirememektir. Sahip olduğumuz, eğer hakkını vermezsek yüke dönüşür. Malın hakkı, zekâtını vermek ya da infak etmektir. Niyetin hakkı, samimiyettir. Sözün hakkı hayrı dillendirmesi, ilişkinin hakkı Allah’a götürmesidir. Böyle olursa yük, yük olmaktan çıkar, ahiret sermayesi olur. Bunu başarabilmek ise ancak zengin bir kalbin harcıdır.

GERÇEK KALP ZENGİNLİĞİ NEDİR?

Kalp zenginliği, dünyaya ilişkin bir tavır ya da bakış açısıdır. Kalbi zengin olan, kendi fakirliğini bilmiş, Allah’ın zenginliği ile mamur olmuştur. Kalbi zengin olan, kendisine helal kılınan şeylerden vazgeçen değil, bunlar arasında neyi önceleyeceğini bilendir. Öncelemek bir kıymet takdiridir. Her şeye layık olduğu kıymeti vermek hikmettir. Faydası az olana verilecek kıymet de ona göre olmalıdır. Ayetin ifadesi ile: “Dünyanın faydası pek azdır. Ahiret ise sakınanlar için elbette hayırlıdır.” (Nisa, 77)

Kıymet takdiri, kalbin sanatıdır. Bir şeyin kıymeti, kalpteki mevkii kadardır. Bu ise ona yönelik tavırdan belli olur. O tavır ortaya konan her harekette, her adımda, her davranışta okunur. Himmeti ahiret olanın işi suyun akışı gibi kolaylaşır, himmeti dünya olan ise suyunu yokuşa salmıştır: “Kimin düşüncesi ahiret olursa, Allah ona gönül zenginliği verir, işlerini ko­lay­laş­tı­rır; istemediği hâlde dünya nimetleri de verilir. Kim ahireti unutup sade­ce dünyayı dü­şü­nürse, Allah da fakirliği onun gözleri önüne diker, işlerini darmadağın eder; dünyada ise ancak kendisine takdir edilen kadar verilir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 30)

Kalp zenginliği dünyadaki hürriyetin ta kendisidir. Hürriyet sadece dünyalıktan kurtuluş değildir; hürriyet, gönle ağırlık, ayağa pranga olan her şeyden âzâde olmaktır. Kalp zenginliği ile hürleşenler hem Allah’ın hem de insanların sevgisini elde ederler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu hakikati şöyle haber vermiştir: “Dünyaya rağbet gösterme ki, Allah seni sevsin; insanların ellerinde bulunana (nimet ve imkânlar) rağbet etme ki, onlar (da) seni sevsin.” (İbn Mâce, Zühd, 1)

KALBİ ZENGİN OLANIN YÜKÜ HAFİFTİR

Kalbi zengin olanın yükü hafiftir. Dünya yükü o kalbe nüfuz edememiştir, çünkü o kalp yer çekimine değil gök çekimine tabidir. Orası dünyalık her şey için tabiri caizse bir harem bölgedir; hem içeri giren güvendedir, hem içeri kabul edilen güvenlidir. O yüzden Allah’tan bu dünya hayatında istenecek en hayırlı şey kalp zenginliğidir. Kabul edilecek bir duası olan ya da öyle duayı bulan kalp zenginliği istemelidir. Tıpkı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den dua isteyen o Benî Tücîbli genç gibi…

Adını bilmediğimiz bu genç, Hicret’in 9. yılında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e Benî Tücîb’ten gelen 13 kişilik heyetin içerisinde yer almaktadır. Heyetin en küçüğü olduğundan, geride kalıp hayvanlara bakmakla görevlendirilmiştir. Kabilesinin mensupları Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e getirdikleri hediyeleri takdim edip birkaç gün Medine’de kaldıktan sonra geri dönmek istemişlerdi. İşittiklerini ve öğrendiklerini kavimleri ile bir an önce paylaşmak arzusundaydılar. Peygamber Efendimiz onlara “geride kalanınız var mı” diye sorunca genci hatırladılar. Hemen hayvanlarının yanına dönüp, genci gönderdiler. Benî Tücîbli genç huzura çıktı. Heyetteki diğer arkadaşlarına olduğu gibi ona da Rasûlullah’ın nazarı ile beraber bir hediye takdim edildi. Ama gencin farklı bir talebi vardı:

- Ya Rasûlullah ben hediye istemiyorum.

Peki, ne istiyordu?

- Bana dua eder misiniz, ben dua istiyorum.

Gencin Rasûlullah Efendimizin hususi alakasını celbettiği an belki de tam bu andır:

- Sana nasıl dua etmemi istersin?

- Allah beni affetsin, bana rahmetiyle muamele etsin ve kalbime zenginlik versin.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in gencin talebinden çok memnun olduğu, açıp ellerini onun istediği şekilde dua etmesinden bellidir:

- Allahım, onu affeyle, ona rahmetinle muamele eyle ve kalbine zenginlik ver.

Aradan bir sene geçer. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Veda Haccı yapmaktadırlar. Mina’da Beni Tücîblilere rastladığında o genci sorarlar. Meşguliyeti olduğu için gelemeyen gencin halinin nasıl olduğunu merak etmişlerdir. Beni Tücîbliler o genç hakkında şu haberi verirler:

- Ya Rasûlullah! Allah’ın verdiği rızka, onun kadar kanaatlı ve razı olanını görmedik. İnsanlar, dünyayı aralarında bölüşecek olsalar, o genç, ona dönüp gözünün ucuyla bile bakmaz!

Peygamber Efendimiz bu işittiklerinden memnun olmuş, ellerini açıp o gence tekrar dua etmişlerdir:

- Allah’a hamd eder, onun hep o hal üzere olmasını ve böyle ölüp gitmesini dilerim.

İslam tarihçileri, Rasûlullah Efendimiz’in vefatından sonra başlayan irtidat hareketlerine etraf kabilelerden birçok katılan olduğu halde Benî Tücîb kabilesinden hiç kimsenin iştirak etmediğini, bunun sebebinin ise gencin sarsılmaz duruşu ve gayretleri olduğunu naklediyorlar. Dünya ve ahiret için istenecek en güzel şeyleri talep edişi ile Peygamber Efendimizin dikkatini çeken bu ferasetli genç kabilesinin uçuruma kaymasına da mani olmuştur. Allah’ın affına ve rahmetine mazhar olup kalbi zenginleşen birisi sadece istiğnası ile değil aynı zamanda bu dünyada tutulacak en kıymetli yolu tutması ile de bilinir. O yol Allah’a ve Allah’ın dinine yardım yoludur, çünkü Allah, kendi dinine yardım şerefini ancak kendisi ile zenginleşene bahşeder.

Şu dünya hayatında istenecek en makbul ve makul şey kalp zenginliğidir. Hem yükü azaltmak hem de dünyada hizmet ve gayretle istikameti korumak ancak kalp zenginliği ile mümkündür. Kalbi zengin olan kimseye muhtaç olmaz. Kalbi zengin olan kimseden bir şey istemez. Kalbi zengin olan hürdür. Hürlük, bütün kulluklardan kurtulup tevhidin hakiki manasına ermek demektir. Sadece O’na kul olan, başka kimseye muhtaç olmaz. Kul olmak, hüznü, şikâyeti, isteği, derdi sadece O’na ifade etme istiğnasına kavuşmak, dahası gayreti ve himmeti nereye sarf edeceğini bilmektir.

Tücibli bahtiyar genç kalp zenginliğini istemiştir. İsteyene istediğinin verildiği bir dünyada zor olan ne isteyeceğimizi bilmektir. Daha zoru ise hakkımızda ne istendiğini keşfetmektir. Tücibli gencin kalp zenginliğine olan iştiyakı, hakkımızdaki muradın ne olduğuna dair bize bir işarettir. Herkesin bir isteği olduğu gibi Rabbimizin de bizden bir isteği var. Sadece O’nu ve O’nun bizden istediğini isteyenin yapacağı bellidir; o, kalp zenginliğine talip olmalıdır. Kalp zenginliği, dünyanın yükünden salim kalmanın en kestirme yoludur. Dünyanın yükünü azaltmak, kalbin azığını çoğaltmaktan geçiyor. Kalbin azığı, Allah’tan başka kimseye muhtaç olmayacak bir istiğnaya kavuşmasıdır. Böyle bir istiğna haline sahip olanın yükü az olur. Yükü az olan ise kurtulmuştur.

Kaynak: M. Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, 2019 – Ekim, Sayı: 404

DÜNYAYI ÂHİRETE TERCİH ETMEK, DAMLAYI DERYAYA TERCİH ETMEKTİR

DÜNYA HAYATINDA GÂYEMİZ NE OLMALIDIR?

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.