Yûnus Emre'nin İlme Bakışı Nasıldı?

Hakîkî ilim mektepte ve medresede alınan bilgiler değildir. Onlar hakîkî ilme ancak birer vâsıta olabilirler. Hakîkî ilim, kâinâtın esrârlı bir kitap hâline gelip gönülde okunmasıdır. Bunun dershânesi de, muhabbet ve aşktır.

Yûnus Emre Hazretleri, ilmi gâye edinmedi. Onu ancak bir vâsıta olarak kullandı. Onun bu husustaki ifâdeleri, ayrı bir mânâ ve sır ile doludur:

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,

Sen kendini bilmezsin, bu nice okumaktır?

Okumaktan mânâ ne, kişi Hakk’ı bilmektir,

Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emektir!

Yigirmi dokuz hece, okursun uçtan uca,

Sen elif dersin hoca, mânâsı ne demektir?

Yûnus, bir gönle girmenin ehemmiyetinin idrâkindedir:

Yûnus Emre der hoca, gerekse var bin hacca,

Hepisinden iyice, bir gönüle girmektir!

O, mârifetullâh kitâbını okumuştur:

Âlimler kitap düzer, karayı aka yazar,

Gönüllerde yazılır, bu kitâbın sûresi

Yaşanmayan, gâfilâne bir ilim tahsîlini kabul etmez:

Dosttur bizi okuyan, üstümüzde şakıyan

Şimd’üç buçuk okuyan derin danışman olur.

Yûnus, zühdü, yani dünyaya müstağnî kalma tavrını şöyle ifâde eder:

Başında aklı olan ücrete amel itmez,

Hûrîlere aldanmaz, göz ile kaştan geçer!

Âriflere bu dünyâ hayâl ü düş gibidir

Kendini sana veren hayâl ü düşten geçer!

YUNUS, ULVÎ VE LAHUTÎ SADALARA TERCÜMAN OLMUŞTU

Yûnus Emre, yazmış olduğu şiirlerinde bu âleme âit günübirlik mevzûlara pek fazla yer vermemiştir. O, beşerin kader yolu üzerinde oturarak Allâh’a îman, münâcât, dînî meseleler, kabir, ömrün fânîliği, aşkullâh, nasihatler ve yüce gâyeler gibi ulvî hususları dile getirmiştir.

O, her yerde, her şeyde ve her nefeste Allâh’ın zikrini duymuş, nice dilsiz zannedilen varlıkların harfsiz ve kelimesiz söyleyegeldikleri ulvî ve lâhutî sadâları işiterek bunlara tercüman olmuştur.

O; “Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol!” (Buhârî, Rikak, 3) hadîs-i şerîfine imtisâl eden garip bir derviştir. Der ki:

Acep şu yerde var m’ola şöyle garip bencileyin?

Bağrı başlı gözü yaşlı şöyle garip bencileyin?

Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar,

Soğuk su ile yuyalar şöyle garip bencileyin!..

Hey Emrem Yûnus bîçâre, bulunmaz derdine çâre,

Var imdi gez şardan şara şöyle garip bencileyin!..

O, bu dünya hapishânesinde yaşanan gurbet hâlini ve bu hâl dolayısıyla karşılaştığı nice elem ve keder tecellîlerini, husûsiyle Hüsn-i Mutlak’tan ayrılığını bülbüle sitem ile şöyle ifâde eder:

Sen bunda garip mi kaldın, niçin ağlarsın ey bülbül?

Yorulup iz mi yanıldın, niçin ağlarsın ey bülbül?

Karlı dağları mı aştın, derin ırmaklar mı geçtin?

Yârinden ayrı mı düştün, niçin ağlarsın ey bülbül?

Bir başka şiirinde de bu gurbet âleminde herkesin irfân ve esrâr-ı ilâhî iklîmine giremediğini ifâde sadedinde mâneviyat yolculuğundaki yalnızlığını ve ancak Yüce Yâr ile mütesellî olduğunu söyler:

Ben bir acep ile geldim, kimse hâlim bilmez benim!

Ben söylerim ben dinlerim, kimse dilim bilmez benim!

Benim dilim kuş dilidir, benim ilim dost ilidir,

Ben bülbülüm dost gülümdür, bilin gülüm solmaz benim!

BU DÜNYA KİMSEYE KALMAZ

Varlığın aldatmacasından kurtulan Yûnus Emre Hazretleri, mal ve mülke esir olurcasına gönül kaptıran insanları ne güzel îkâz eder:

Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan mülk de yalan; var biraz da sen oyalan!

Hayatın kısalığını da bir beyitte hulâsa eder:

Ana rahminden geldik pazara;

Bir kefen aldık döndük mezara!..

Ayrıca bu aldanış mekânına konup göçenlerin hâlini ne güzel aksettirir:

Yalancı dünyâya konup göçenler,

Ne söylerler ne bir haber verirler!..

Üzerinde türlü otlar bitenler,

Ne söylerler ne bir haber verirler!..

Kiminin başında biter ağaçlar,

Kiminin başında sararır otlar,

Kimi mâsum kimi güzel yiğitler,

Ne söylerler ne bir haber verirler!..

Toprağa gark olmuş nâzik tenleri,

Söylemeden kalmış tatlı dilleri,

Gelin duâdan unutman bunları,

Ne söylerler ne bir haber verirler!..

Kimisi dördünde, kimi beşinde,

Kimisinin tâcı yoktur başında,

Kimi altı, kimi yedi

Ne söylerler ne bir haber verirler!..

Kimisi bezirgân, kimisi hoca,

Ecel şerbetini içmek de güç a!

Kimi ak sakallı, kimi pîr koca,

Ne söylerler ne bir haber verirler!..

Yûnus der ki gör takdîrin işleri,

Dökülmüştür kirpikleri kaşları,

Başları ucunda hece taşları,

Ne söylerler ne bir haber verirler!..

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.