Yunus Suresinin 95. Ayeti Ne Anlatıyor?
Yunus suresinin 95. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Allah'ın ayetlerini inkar edenlerin hüsrana uğrayacağını bildiren âyet; Yunus suresinin 95. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...
Ayet-i kerimede buyrulur:
وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Asla Allah’ın âyetlerini yalan sayanlardan da olma, yoksa hüsrana düşenlerden olursun! (Yûnus, 10/95)
KİMİN TARAFINDASIN?
Bilgi:
Kur’an-ı Kerim, ders ve ibret almamız için geçmiş peygamberlerin kıssalarını belli aralıklarla aktarır. Gerideki sayfalarda Hz. Nuh -aleyhisselâm- ve Hz. Mûsâ -aleyhisselâm- kıssalarından kesitler sunduktan sonra Allah -celle celâlühû- bu ayette Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şahsında bizlere seslenmektedir. Ayette bu anlamda, “tariz üslubu” diye bilinen edebî sanata yer verilmiştir. Bu sanat, Türkçedeki “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!” deyişinde somut hâlini alır. Yani ayette Peygamberimize hitap edilse de, asıl mesaj bize verilmektedir.
Mesaj:
- Mümin, kendi değerlerini benimsemeyenlerin tarafında olamaz.
- Allah’ın ayet ve hükümlerini bir kenara bırakanlar sonunda hüsrana uğrarlar.
Kelime Dağarcığı:
Hüsran: Dünya ve ahiret hayatında maddî ve manevî açıdan kayba uğramak.
Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler
TEFSİR
- Sana indirdiğimiz bu bilgilerin doğruluğu hususunda farz-ı muhâl en küçük bir şüphe duyacak olursan, senden önce gelip kendilerine verilen o kitabı okuyanlara sor! Elbette sana Rabbinden gerçeğin ta kendisi gelmiştir; sakın şüphe edenlerden olma!
- Yine sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardan da olma; yoksa hüsrâna uğrayanlardan olursun!
Bu âyetler, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in kendisine gelen vahiy ve anlatılan kıssalar hususunda herhangi bir şüphe taşıdığı gibi bir imada bulunuyor değildir. Bu âyetler, bundan önce ve sonra gelen âyetler ve içinde bulundukları metin açısından ele alındığı zaman, mâna ve maksatlarının açık olduğu anlaşılacaktır. Şöyle ki:
Resûl-i Ekrem (s.a.s.), müşriklerin alayları, inkârları, kendisine ve mü’minlere karşı işkenceye varan kötü muameleleri karşısında bunalıyordu. Vahiy nedir bilmeyen, risâletten habersiz, bütün güçleriyle dünyaya ve maddeye kilitlenmiş insanlara, fizik ötesi âlemden, vahiyden, beş duyunun algı sahası gibi hayal ve tasavvurun alanına da girmeyen Allah ile münâsebetten bahsediyordu. Ayrıca haklarında hiçbir şey okumadığı, ihtimal o güne kadar da hiçbir şey duymadığı asırlarca önce geçmiş hâdiselerden ve mûcizelerden haber veriyordu. Bütün bu bahisler karşısında muhatapların nasıl bir tavır takınacağı ortadadır. Daha henüz çok az sayıda insanın kendisine inandığı bir zamanda böyle konulardan bahsetmek, çok güçlü müşriklere meydan okumak ve “gelecek bize aittir” demek kolay değildi. Ama o, bütün bunları dâvasına olan sonsuz güven ve itimat içinde söylüyordu. Tabi bu söylediklerine yanındaki mü’minlerin de tam olarak inanması gerekiyordu. Onlar ayrıca sabır ve tahammül konusunda takviye istiyorlardı. Böylesi zor şartlar içinde Cenâb-ı Hak, vahiy, risâlet ve anlatılan kıssalar konusunda Efendimiz (s.a.s.)’e hitap ederken, esasen mü’minleri teselli ve takviye etmekteydi. İnancında zerre kadar şüphesi olmadığı açık ve olması da mümkün bulunmayan bir Peygamber’e böyle hitap etmekle, mü’minleri en ufak bir şüphe duymanın yanlışlığı konusunda uyarmaktaydı. (Ünal, s. 469-470)
Bu âyetlerde muhatap alınan kişinin Peygamberimiz değil, genel mânada insan olması da muhtemeldir. Buna göre şüphesi olan herkese hitap edilmekte, bu şüphesini izâle için işin doğrusunu bilenlere müracaat etmeleri istenmektedir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Bilmiyorsanız, bilenlere sorun!” (Enbiyâ 21/7)
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com
YORUMLAR