Yusuf Suresi 40. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Yusuf Suresi 40. ayeti ne anlatıyor? Yusuf Suresi 40. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Yusuf Suresi 40. Ayetinin Arapçası:
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Yusuf Suresi 40. Ayetinin Meali (Anlamı):
“Allah’ı bırakıp da kendilerine taptığınız şeyler, sizin ve atalarınızın uydurduğu içi boş birtakım isimlerden ibarettir. Allah onların tanrı ve mabud olabileceklerine dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm verme yetkisi yalnız Allah’a aittir. O da, kendisinden başka hiçbir varlığa kulluk yapmamanızı emretmiştir. İşte doğru olan tek din budur; fakat insanların çoğu bunu bilmez.”
Yusuf Suresi 40. Ayetinin Tefsiri:
Hz.
Yûsuf, tebliği esnasında gönüllere tesir edecek yumuşak bir üslup kullanır. Her
defasında bir samimiyet ve muhabbet ifadesi olarak “Ey benim hapishane
arkadaşlarım” hitabında bulunur. Dinleyenlere böyle gönül alıcı hitapta
bulunmak sözün tesirli olması bakımından son derece mühimdir. Nitekim Lokmân
(a.s.) oğluna nasihatte bulunurken hep “Evlâdım!” diyerek babalık şefkatini
gösteren tatlı bir ifade ile söze başlar. (bk. Lokmân 31/13, 16, 17) Hz. Nûh,
boğulmasını istemediği oğluna: “Evladım, oğulcuğum gel bizimle beraber gemiye
bin” (Hud 11/42) diye yalvarır. Bu üslup aslında Rabbimizin bize öğrettiği bir
şefkat ve merhamet üslubudur. Çünkü Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de hususiyle
mü’min kullarına en yüce bir şeref ifadesi olarak “Ey iman edenler! Ey
mü’minler!” diye hitap eder.
İslâm’ı
tebliğde en mühim husus, tevhidi yani Allah’ın var ve bir olduğunu bir iman
şuuru halinde kalplere yerleştirebilmektir. Bu sebeple Yûsuf (a.s.) da bu husus
üzerinde durmaktadır. Rivayete göre Mısır’da insanların taptığı altın, gümüş,
demir, ağaç veya taştan yapılmış; büyük, orta ve küçük çeşitli ebatlarda putlar
vardı. Hapishanede de yine oradaki mahkumların taptıkları putlar vardı. Hz.
Yûsuf hiçbir fayda ve zarar veremeyen, hiçbir şeye güçleri yetmeyen bu putların
mı, yoksa tek olan ve sonsuz kudretiyle her şeyi hâkimiyet ve iradesi altında
tutan Allah’ın mı hayırlı olduğunu sorarak, hakikati bulabilmeleri için onları
tefekküre davet eder. İşin gerçeğini söylemek gerekirse, bu putlar tapılmaya
değer birer tanrı değil, hiçbir anlamları olmayan, insanların kendiliklerinden
uydurup taktıkları bir takım isim sahibi varlıklardan ibarettir. Bunların
isimden başka hiçbir mâna ve muhtevaları yoktur. Hem bunların ma’bud
olduklarına dair, hüküm vermeye yetkili tek merci olan Allah Teâlâ, herhangi
bir delil de indirmiş değildir. Yani o putlara tapılacağını kanıtlayacak
elinizde hiçbir sağlam delil yoktur. Halbuki akıllı bir insanın delili
olmaksızın bir şeyin gerçekliğini kabullenmesi ve onun peşinden gitmesi
insanlık şerefine yakışmaz. O halde ne olduğu belirsiz putları terk edip gerçek
ilâh olan Allah’a kulluk etmekten başka yol yoktur. Zaten gerçek din de budur.
Hz. Yûsuf, iki hapis arkadaşıyla beraber, onları
vesile kılarak, hapiste bulunan herkese İslâm’ı apaçık bir dille tebliğ
ettikten sonra sıra rüyaların tâbirine gelir:
Yusuf Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Yusuf Suresi 40. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...