Yusuf Suresinin 101. Ayeti Ne Anlatıyor?

Yusuf suresinin 101. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Hz. Yusuf’un (as.) büyük nimet karşısındaki derin şükrü ve duasını anlatan âyet; Yusuf suresinin 101. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...

Kur’an’da şöyle buyrulur:

رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِمًا وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ

“Rabbim, sen bana mülk verdin, sözlerin yorumunu öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni sâlihlerin arasına kat.” (Yûsuf, 12/101)

SABRIN SONU SELAMET

Bilgi:

Hz. Yûsuf -aleyhisselâm-, kardeşlerini kendisinden merakla haber bekleyen babalarına uğurladı. Gömleğini de hem yaşadığını göstermek hem de gözlerine şifa olmak üzere babasına gönderdi. Hz. Yakub -aleyhisselâm-, daha kervan gelmeden Yûsuf’un kokusunu aldı. Yûsuf yaşıyor ve üstelik onları Mısır’a davet ediyordu. Bir an evvel yola çıkıp hep birlikte Mısır’a geldiler. Hz. Yûsuf -aleyhisselâm- gözyaşları içinde anne babasını bağrına bastı. Büyük bir sevinçle şükrederek secdeye kapandılar. Böylece Hz. Yûsuf -aleyhisselâm-’un en başta gördüğü rüya gerçekleşmiş oluyordu. Yukarıdaki ayette, Hz. Yûsuf -aleyhisselâm-’ın bu büyük nimet karşısındaki derin şükrü ve duası yer almaktadır.

Mesaj:

  1. İnsan, başına gelen sıkıntılara sabretmeli ve hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmamalıdır.
  2. Her hâlimizde Rabbimize şükretmeliyiz.
  3. En büyük duamız ve gayretimiz müslüman olarak ölebilmek olmalıdır.

Kelime Dağarcığı:

Mülk: Hükümranlık.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

  1. “Rabbim! Bana iktidar ve saltanattan büyük bir nasip verdin; bana rüyâların tâbirini, eşya ve hâdiselerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yoktan yaratan Allahım! Dünyada da, âhirette de benim sahibim ve gerçek koruyucum sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni sâlih kullarının arasına kat!”

Kendisine ihsan ettiği bunca nimetler karşısında Yûsuf (a.s.), nihâyetsiz şükür hissiyâtı içinde Rabbine yöneldi, O’na yalvardı. Tekrar, sahip olduğu mülk ve saltanat gibi, rüyaların tâbirini, hâdiselerin iç yüzünü ve neticelerini bilmek gibi nimetlerini andı. “Ey gökleri ve yeri yoktan yaratan Allahım!” diyerek Rabbini medhetti. Dünya ve âhirette tek dostunun ve yardımcısının Allah olduğunu söyledi. Kemâlden sonra artık zevâlin yaklaştığını anladı. Sonra da mübârek dillerinden, Kur’an’da yer alıp çağlar boyu kulaklarda çınlayacak, gönüllerde makes bulacak ve Rabbine kavuşmayı özleyen ruhlara bir diriliş ve yükseliş iksiri sunacak şu dua döküldü:

“Allah’ım! Müslüman olarak canımı al ve beni sâlih kullarının arasına kat!” (Yûsuf 12/101)

Bu onun, İslâm üzere ve Allah’a teslim olmuş bir vaziyette vefât etme talebidir. Zira Cenâb-ı Hak, “Ancak Allah’a gönülden boyun eğmiş müslümanlar olarak can verin” (Âl-i İmrân 3/102) buyurarak kullarından da bunu istemektedir. Çünkü bir insan için en büyük ikram, tevhid ehli bir mü’min olarak ruhunu Rabbine teslim etmesidir.

Âfiyet içinde bulunulduğu zamanlarda ölümü gönülden temennî etmek, Allah’a duyulan iştiyakın bir emâresidir. Bunun da en güzel misâli Yûsuf (a.s.)’dır. Nitekim o kuyuya atıldığı halde üzülüp kederlenip de “müslüman olarak canımı al” demedi. Köle olarak satıldığı, belli bir müddet o şekilde yaşadığı halde yine “müslüman olarak canımı al” demedi. Sonra senelerce hapiste kaldı, yine “müslüman olarak canımı al” demedi. Ne zaman ki mülk ve saltanat nimetlerine erişti, işler düzeldi, kardeşleri geldi huzurunda yerlere kapandı, ana-babasını tahtına oturttu, işte o zaman “müslüman olarak canımı al” diye dua etti. Bu durum onun, çektiği bir sıkıntıdan dolayı değil de gerçekten Allah Teâlâ’ya kavuşma arzusuyla böyle bir talepte bulunduğunu gösterir. (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 95)

Unutmamak gerekir ki, dünyanın en lezzetli saadetinden çok daha büyük ve cezbedici bir saadet ve mutluluk dolu bir vaziyet kabrin arkasında saklanmıştır. Ölüm işte bu saadete açılan kapıdır. Bu sebeple ölümden korkmamak ve ondan ötesi için çalışmak lazımdır.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com

İslam ve İhsan

HZ. YUSUF (A.S.) KİMDİR?

Hz. Yusuf (a.s.) Kimdir?

HZ. YUSUFʼUN (A.S.) FAZİLETİ

Hz. Yusufʼun (a.s.) Fazileti

HZ. YA‘KÛB VE HZ. YÛSUF'UN (A.S) KISSASINDAN İBRET VEREN YÖNLER

Hz. Ya‘kûb ve Hz. Yûsuf'un (a.s) Kıssasından İbret Veren Yönler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.