Yusuf Suresinin 18. Ayeti Ne Anlatıyor?
Yusuf suresinin 18. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Hz. Yusuf’un (as.) kanlı gömleğini anlatan âyet; Yusuf suresinin 18. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...
Kur’an’da şöyle buyrulur:
وَجَٓاؤُ۫ عَلٰى قَم۪يصِه۪ بِدَمٍ كَذِبٍۜ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْرًاۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ وَاللّٰهُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ
Bir de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakub dedi ki: “Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.” (Yûsuf, 12/18)
KANLI GÖMLEK
Bilgi:
Hz. Yakub -aleyhisselâm-’ın 12 oğlu vardı. Yakub -aleyhisselâm-, üstün karakteri sebebiyle oğulları arasından Hz. Yûsuf -aleyhisselâm-’ı daha çok seviyordu. Bünyamin’i de küçük olduğu için el üstünde tutuyordu. Bu durum diğer on kardeşi kıskandırıyordu. Onlar babalarının sevgisini kazanacak güzel davranışlar sergilemek yerine kendilerine rakip gördükleri Yûsuf’u ortadan kaldırmak için plan yaptılar. Gezip oynamak bahanesiyle onu evden çıkardılar ve götürüp bir kuyuya attılar. Gömleğini de kana bulayıp babalarına getirdiler ve sahte gözyaşlarıyla “Yûsuf’u kurt kaptı.” dediler. Yakub -aleyhisselâm-, olayın onların anlattığından farklı olduğunu anladı ve bağrına taş basarak bu imtihana sabredeceğini söyledi.
Mesaj:
- Nefsimize uymak bizi yanlışa götürür.
- Musibetler karşısında Yakub -aleyhisselâm- gibi güzel bir sabır göstermeliyiz.
Kelime Dağarcığı:
Nefis: Ruh, can, kötü huyların içimizdeki kaynağı.
Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler
TEFSİR
- Akşam karanlığı çökünce ağlaya ağlaya babalarının yanına geldiler.
- Şöyle dediler: “Muhterem babamız! Biz gittik, yarış yapıyorduk; Yûsuf’u da eşyalarımızın yanında bırakmıştık. Geri döndüğümüzde bir de ne görelim, onu kurt yemiş! Şimdi biz ne kadar doğruyu söylüyor olsak da, biliyoruz ki sen bize inanmayacaksın.”
- Yûsuf’un gömleğini de üzerine yalandan bir kan sürüp getirmişlerdi. Babaları şöyle dedi: “Hayır! Belli ki, nefisleriniz sizi aldatıp, böyle kötü bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen, en güzel şekilde sabretmektir. Ne diyeyim, sizin bu anlattıklarınız karşısında yardımına sığınacağım tek merci yalnız Allah’tır!”
Onlar, bir mazeretleri bulunduğunu en güzel şekilde anlatabilmek için akşamleyin geldiler. Hepsi koro halinde ağlaşmakta idiler. Yûsuf’u kuyuya atmışlar ve güya ondan kurtulmuşlardı. Fakat Yûsuf’un beraberlerinde dönmeme sebebini babalarına bir şekilde anlatmaları gerekiyordu. Bunun da bir yolunu buldular; babalarının kendilerine daha önce verdiği ipucunu kullanarak, kendileri yarış yaparlarken eşyalarının yanında bıraktıkları Yûsuf’u kurdun kapıp yediğini söylediler. Söylediklerinin doğruluğuna delil olarak da Yûsuf’un, üzerine sahte kan sürdükleri gömleğini gösterdiler. Fakat Yâkub (a.s.) onlara inanmadı ve Yûsuf’la alakalı olarak büyük bir plan çevirdiklerini yüzlerine söyledi. Ancak Yâkub (a.s.)’ın sabırdan başka yapacak bir şeyi kalmamıştı. “Bana düşen en güzel şekilde sabretmektir” diyerek, yüceler yücesi Allah’ın yardımına sığındı.
Rivayete göre kardeşleri, Yûsuf’un gömleğini kana bulayıp babalarına getirdiklerinde, acı haberi alan Hz. Yâkub feryada başladı. Gömleği kendisine göstermelerini istedi. Onu yüzüne gözüne sürdü, koklayıp öptü. Daha sonra gömleği evirip çevirmeye başladı. Gömlekte herhangi bir yırtık veya parçalanma izi yoktu. Bunun üzerine Hz. Yâkub şöyle dedi: “Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, bu güne kadar bunun gibi hikmetli hareket eden, böyle yumuşak huylu bir kurt görmedim. Oğlumu yiyip parçaladığı, onu gömleğinin içinden çekip çıkardığı halde üzerindeki gömleği parçalamamış!” Buna göre Yâkub (a.s.)’ın, onların hilesini pekâlâ sezdiği anlaşılmaktadır. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XII, 213; Kurtubî, el-Câmi‘, IX, 149) Zaten âyette yer alan “Hayır! Belli ki, nefisleriniz sizi aldatıp, böyle kötü bir işe sürüklemiş” (Yûsuf 12/18) ifadesi de bu gerçeği açıkça beyân etmektedir.
“Sabr-ı cemîl”, güzel bir sabır demektir. Bu, beraberinde hiçbir feryadın, şikâyetin ve tahammülsüzlüğün bulunmadığı bir sabırdır. Bu keyfiyetteki bir sabır insana, tüm felâket ve meşakkatleri sukûnetle, kendine hâkim olarak, ağlayıp sızlamadan, yüce ruhlu kişilere yaraşır bir şekilde göğüsleme kuvveti verir. Bir başka izaha göre ise: “Sabr-ı cemîl; Allah Teâlâ’nın kadîm ve küllî iradesiyle istediği şeylerin ortaya çıkışına sabretmek, teslim olmak ve rızâ göstermek”tir. Böyle bir sabrın peşinden ilâhî yardımın yetişeceğinde şüphe yoktur. Nitekim âyette sabr-ı cemîl’in hemen peşinden yegâne yardım istenecek varlığın Allah olduğunun beyân edilmesinde bu gerçeğe bir işaret vardır.
Abdülkadir Geylânî (k.s.), bir musibet karşısında kulun takınacağı hâli ve bu hâle göre gelen musîbetin nasıl bir netice hâsıl edeceğini şöyle izah eder:
“Musîbetin bir ceza olarak, ya da yapılan hatalara mukâbil geldiğine alâmet odur ki; o anda insan sabırsız ola… Bağıra, çağıra… Sızlana… Ve hâlinden halka Hakk’ı şikâyet ede… Musîbetin hatalara kefaret oluşuna alâmet odur ki, geldiği zaman bağrılıp çağrılmaya. Bir sızlanma olmaya. Sîne daralmaya. Bilakis ferahlık ola… Hele o musîbet hâlinde ilâhî emirlerin edâsı, taata koşmak insana hiç ağır gelmeye. Manevî derecenin yükselmesine alâmet olan musîbet ise, insanı rızâ hâline dalgın kılar. Muvafakat yolunu tutturur. Nefis itminan halindedir ve kadere karşı bir sükûn içindedir. Tâ o musîbet hâli geçinceye kadar…” (Velîler Ansiklopedisi, II, 472)
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com
YORUMLAR