"yüzyılın Anlaşması" Büyük Oyun!
Filistin lideri Mahmud Abbas’ın “Yüzyılın tokadı” diye nitelediği, neredeyse Filistin’in tamamen işgalini öngören “Asrın Anlaşması”nın detaylarında neler gizli peki? Bu konuda önemli ipuçları veriliyor Ortadoğu medyasında. İşte detaylar, analizler...
ABD Başkanı Donald Trump’ın İslam dünyasından gelen tüm tepkilere rağmen Tel Aviv’deki Amerikan Büyükelçiliğin Kudüs’e taşıması, İsrail’in işgallerini meşrulaştırma yönünde attığı ilk adımdı. Kontrolü tamamen neo-con’ların eline geçen ABD yönetiminin bundan sonra Filistin’i Yahudileştirme adımlarının arkasının geleceği bekleniyordu.
Nitekim beklendiği gibi oldu. Filistin halkına hayatı daha da dar edecek, Filistin devletini tamamen topraksızlaştırmayı hedefleyen neo-con yapımı “Asrın Anlaşması”nın alt yapısı tamamlandı. Şimdi hayata geçirme zamanının geldiği vurgulanıyor.
ABD, İsrail ve kimi Körfez ülkelerinin koalisyonu ile hazırlanan ve Filistin halkına dayatılan sözde barış anlaşması için diplomatik girişimler, bu satırların yazıldığı günlerde bir hayli hızlanmıştı. Gerek İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu gerek ABD Başkanı Trump’ın damadı Kushner Ortadoğu’daki temaslarını sürdürüyordu.
“YÜZYILIN ANLAŞMASI” MI “YÜZYILIN TOKADI” MI?
Filistin lideri Mahmud Abbas’ın “Yüzyılın tokadı” diye nitelediği, neredeyse Filistin’in tamamen işgalini öngören “Asrın Anlaşması”nın detaylarında neler gizli peki?
Bu konuda önemli ipuçları veriliyor Ortadoğu medyasında.
Yakın zaman içerisinde ABD Başkanı Donald Trump’ın açıklayacağı belirtilen “Yüzyılın Anlaşması” ile, Filistin devletini topraksızlaştırılacağı, Gazze halkının, Sina çölüne sürülceği, süreç içerisinde Doğu Kudüs’ün Filistinlilerden tamamen arındırılacağı gibi işgalin boyutlarının kat ve kat artırılacağı vurgulanıyor. Daha açık ifadeyle Filistin’i Yahudileştirme projesi olarak tanımlanıyor sözde barış planı diye sunulan “Asrın Anlaşması.”
-ABD’nin büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı Filistinlilerin Doğu Kudüs’ten de mahrum bırakılmasını beraberinde getirecek bir süreç olarak görülüyor.
-Planın detaylarına ilişkin Ortadoğu medyasına yansıyanlara göre sözde barış planının açıklanmasına paralel olarak işgal altındaki Golan Tepeleri ve Gazze şeridinde de yeni güvenlik tedbirlerinin de devreye sokulacak.
İsrail medyasına göre, Donald Trump, işgal altındaki Golan Tepeleri’nin de İsrail’in egemenliğine girmesini kabul etmeye hazırlanıyor. Gazze Şeridindeki Filistinlilerin Sina’ya taşınması fikrinin konuşulmaya devam edildiği vurgusuyla birlikte.
Yine Jerusalem Post tarafından geçen ay yayınlanan bir rapora göre, geçmişte olduğu gibi iki devletli çözüm seçeneğinden vazgeçileceği, bunun İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim birimlerini genişletme konusunda elini daha da rahatlatacağı vurgusu yapılıyor.
Bu noktada geçtiğimiz Nisan ayında yayınlanan, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın insan hakları durumuyla ilgili yıllık raporunda, ilk kez “işgal altındaki Filistin toprakları” ibaresinin kullanımından vazgeçildiğine dikkat çekiliyor.
-İsrail yönetiminin, işgal altındaki Batı Şeria’daki birçok Yahudi yerleşim birimini de “Büyük Kudüs Projesi” kapsamında Kudüs Belediyesi sınırlarına dâhil edeceği belirtiliyor. Bu, bir gecede 150 binden fazla İsrailli yerleşimcinin Kudüs sakini haline getirilmesi anlamına geliyor.
Bu arada İsrail yönetiminin Doğu Kudüs’deki Filistinlilere yönelik, sebepsiz tutuklamalar, Filistinlilere ait evlerin uyduruk gerekçelerle yıkılması, iş yerlerinin fahiş cezalarla kapatılması gibi baskı politikaları ile Doğu Kudüs’deki Filistin halkını başka yerlere göç etmeye zorlandığının da altını çizelim.
NEO-CON’LAR FİLİSTİNLİLERE BAŞKENT ARIYOR
Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden Trump’ın neo-con/evanjelik ekibi bir taraftan da Filistin devletine başkent arayışlarını sürdürüyor. Bu noktada adı geçen yer ise Kudüs’ün dört kilometre doğusundaki Ebu Dis.
Filistinlilere önerilen yeni başkent Ebu Dis planı aslında yeni değil, 1990’ların sonunda Clinton yönetimi de, Ebu Dis’in adını ‘Kudüs’ olarak değiştirmeyi önermişti. Yani, Kudüs’ün Yahudileştirilmesi konusundaki projeler üzerinde çok ama çok önceden çalışılmaya başlanmıştı.
Bu yılın başında Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da Filistinlilere gelecekteki devletleri için Ebu Dis’in başkent olmasının kendilerine önerildiğini açıklamıştı. Filistinlilerin ibadeti için Ebu Dis’den Mescid-i Aksa’ya bir koridor oluşturulması yine dillendirilen öneriler arasında. Filistinlileri şimdi Mescid-i Aksa’ya sokmayan işgal devletinin bu önerisinin hiçbir anlam ifade etmediğini bilmem söylemeye gerek var mı?
KÖRFEZİN YÜZYILIN ANLAŞMASINDA ROLÜ
Trump’ın neocon/evanjelik ekibi tarafından hazırlanan sözde barış planının, Filistin yönetimine ve halkına dayatılmasında kimi Körfez ülkelerinin rolüne ayrı bir parantez açmak gerekiyor tabiȋ ki.
Bu ülkelerin İran tehdidi korkusunu çok iyi kullanan Trump yönetimi, İran tehdidini bertaraf etme karşılığında Filistin meselesi konusunda söz konusu ülkelerden ciddi tavizler kopardı. Özellikle Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman’ın, Amerika’nın Filistin’e dayattığı sözüm ona barış teklifini kabul etmesi için Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a yaptığı çağrı ya da daha doğru ifadeyle aba altından sopa gösteren açıklamaları unutulmuş değil.
Bu noktada İsrail’in Yediot Aharonot gazetesinde yer alan ilginç bir anekdotu paylaşalım. Gazetenin kıdemli analistlerinden olan ve aynı zamanda Netanyahu’ya yönelik sert eleştirileriyle tanınan yazar Nahum Barnea, adı dört ciddi ceza davasına karışmasına rağmen Netanyahu’nun İsrail kamuoyunda popülaritesinin inanılmaz yükseldiğini, hatta İsrailliler tarafından adeta “Beklenen Mehdi” gibi görülmeye başlandığını ileri sürüyor. Bu iddiasını da son dönemde gerçekleştirilen anketlerle destekliyor İsrailli yazar.
Nahum Barnea, Netenyahu’nun bu popülariteye ulaşmasının sebebi hikmetini ise Suudi veliaht prens Muhammed bin Selman’a bağlıyor. Netenyahu’nun, “Büyük Şeytan” İran’a karşı ortak hareket etme konusunda Muhammed bin Selman’ın ikna etmesindeki rolüne işaret ederek bunun İsrail kamuoyunda takdirle karşılandığını belirtiyor.
Sonuç olarak Trump’ın neo-con/evanjelik taifesinin sözüm ona barış diye dayattıkları, Filistin’in tamamen Yahudileştirilmesi projesinin Filistinliler tarafından kabul görmeyeceği çok açık. İsrail tarafı da bunu iyi biliyor aslında. Nitekim İsrail adına Oslo görüşmelerine katılan eski siyasetçi Yossi Beilin, Netenyahu’nun, Filistinlilerin Trump’ın açıklayacağı plana karşı çıkacaklarını iyi bildiğini, bu yüzden istemediği bir takım ayrıntıları olsa bile Netenyahu’nun Trump’ın teklifini kabul ederek Filistin tarafını barış istemeyen taraf olarak göstereceği belirtiyor.
Filistinlilerin planı reddetmeleri halinde Trump’ın da; ABD olarak yapabilecekleri her şeyi yaptıklarını, mümkün olan en iyi anlaşmayı her iki tarafa sunduklarını söyleyeceğini, bundan sonra tarafların aralarındaki sorunu çözmeleri için yalnız kalmaları gerektiğini belirteceğini vurgulanıyor, bizzat İsrailli yorumcular tarafından.
TÜRKİYE DE NEO- CON- EVANJELİK KOALİSYONUN HEDEFİNDE
Trump yönetimindeki neo-conların ağırlığı ve Amerika’nın dış politikasını belirlemedeki etkisi hem ABD içerisinde hem de dışında yoğun bir biçimde tartışılıyor. Türkiye-ABD ilişkilerinin geriliminde de neo-conların etkisine dikkat çekiliyor.
Türkiye’nin, Arap rejimlerinin aksine Filistin meselesindeki siyasi duruşu son derece rahatsız edici bulunuyor Trump yönetiminin A takımındaki neo-conlar tarafından. Özellikle ABD büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması sonrası Ankara’nın diplomatik atakları, İsrail yönetimi kadar Trump’ın neo-con taifesinin canını bir hayli sıkmıştı.
Amerika’daki neo-conların Türkiye tepkisi o derece tavan yapmış durumdaki “Kıyamet savaşının” Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı başlatılması gerektiğini dahi dillendiriyorlar. Amerikan siyasetini yakından takip eden gazeteci Serdar Turgut “Evanjeliklerin Türkiye hakkındaki tehlikeli yalanı” başlıklı yazısında “Neo- con/evanjelik koalisyonun hedefinde Türkiye’nin bulunduğunu” belirtiyor.
Turgut, “Türkiye düşmanı Evanjelik-neocon ittifakının yükselişi sürüyorken Amerikan Yahudi cemaatinden buna sert tepkinin de yükselmeye başladığını, ülkenin derin devlet mekanizmalarının içinde bulunan Yahudi cemaatinin kendi arasında bölündüğünü” belirtiyor.
Nitekim, ABD yönetimdeki bu bölünmüşlüğün yansımalarını, Beyaz Saray’ın son dönemdeki Türkiye’ye yönelik politikalarında da müşahede etmek mümkün. Menbiç konusunda varılan mutabakat ile Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir sayfa açılıyor derken bir bakıyorsunuz Amerikan senatosu, Rahip Brunson ve S-400’leri gerekçe göstererek aralarında F-35’lerin de olduğu çok sayıda silah sistemlerinin Türkiye’ye teslimini engelleme kararı alıyor.
Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 389