Zaaflara Karşı Sığınak Nedir?

İnsanın içindeki zaaf mal, mevkî, haksız itibar düşkünlüğü olabilirken, dıştaki tesir de, korku, bir şeyleri kaybetme endişesi olabilir. Peki bu zaaflardan nasıl kurtuluruz ve bu zaaflara karşı sığınağımız nedir?

İnsandaki, bazen hakikati gizlemek, bazen onu eğip bükerek olduğundan farklı bir şekilde ifâde ederek Hak’tan sapmak, insanın ya bizzat kendi içindeki bir zaaftan veya dışarıdaki bir tesirden kaynaklanır. İçteki zaaf mal, mevkî, haksız itibar düşkünlüğü olurken, dıştaki tesir de, korku, bir şeyleri kaybetme endişesi olabilir. Bütün bu zaaflara karşı sığınak ise “Emrolunduğun gibi istikamet üzere/dosdoğru ol” emr-i ilâhisidir.

KULLARIN HİDAYETİ İÇİN GÖNDERİLEN HAK ELÇİLER

Bütün peygamberler Hak Teâlâ’nın kulları arasından seçtiği ve kulların hidayeti için gönderdiği Hak elçileridir. Görevleri de gönderildikleri toplumlara Yüce Yaratıcı’nın murad buyurduğu inanç esaslarını ve hayat tarzını öncelikle tebliğ etmek, bunun yanında da aynı toplum içinde yaşayan bir insan olarak o hayatın nasıl yaşandığını fiilen göstermektir.

Ne var ki, toplumların da gerek siyasi ve ekonomik statülerini kaybetme, gerek nefis ve hevâlarının oluşturduğu alışık hayat tarzlarından vazgeçip Hak elçilerine îman ve teslimiyetleri pek de kolay olmamıştır. Onların Rabbimizden getirdikleri tertemiz, insan fıtratına en uygun hayat tarzlarını sadece kabûl etmemekle de kalmayıp, o hidâyet önderlerini kurulu düzenlerine asla müdahale ettirmemeye, bunun için de ya kendi istedikleri gibi konuşmaya veya bulundukları şehri terk etmeye zorlamışlardır. Bu gâyelerine ulaşabilmek için de insan fıtratındaki tabii meyilleri bir vâsıta olarak kullanmak istemişlerdir.

İnsanoğlunun irâdesini etkileyen, bazen de eriten servet, şöhret ve şehvet gibi nefsânî tuzaklar bulunmaktadır. İnsanlık tarihi boyunca peygamberlere, onların izini takip eden davetçilere, ilim ehline, dava insanlarına zaman zaman bu tuzaklar hep kurulagelmiştir. Bir başka ifadeyle de insan bu tuzaklarla imtihan halindedir.

HABİBULLAH EFENDİMİZ’İ HAK DAVADAN VAZGEÇİRMEK İSTEDİLER

Habibullah Efendimiz’e de Hak davasından vazgeçmesi karşılığında, insanı celbedebilecek farklı teklifler sunulmuş, O her hususta ümmetine üsve-i hasene olduğu gibi, gelen bu cazip teklifler karşısındaki tavrıyla da en güzel bir örnek olmuştur.

Nübüvvetin 3. Yılında Mekke ileri gelenleri, Rasûlullah Efendimiz’i, İslâm’ın tebliğinden vaz geçirmek için, önce amcası Ebû Tâlib’i aracı kılmışlar, O’na verilen;

“- Amcacığım, Allah’a yemin ederim ki, bu adamlar, bir elime Güneş’i bir elime de Ay’ı koysalar ben yine bu davamdan vazgeçmem.” cevabı üzerine, daha farklı bir yolu denemeye koyuldular. Doğrudan doğruya Allah Rasûlü Efendimiz’e gelerek:

“- Sen soyca temiz, mevkîce yükseksin! Şimdiye kadar Araplar arasında kimsenin yapmadığını yapıyor, söylemediğini söylüyorsun. Aramıza ayrılık soktun. Bizi birbirimize düşürdün. Böyle hareket etmekten maksadın nedir?

Zengin olmak için böyle yapıyorsan, sana istediğin kadar mal verelim. Kabileler arasında senden zengin kimse bulunmasın. Reislik arzusunda isen hemen seni kendimize baş yapalım Mekke’nin hâkimi ol. Şâyet asil bir kadınla evlenmek fikrinde isen sana Kureyş’in en güzel kadınlarından hangisini istersen verelim. Ne istersen yapmaya hazırız. Yeter ki gel bu da’vadan vazgeç.” dediler.

Bu üç tekliften belki birinin, bir insan olarak Allah Rasûlünü tesir altında bırakabileceğini düşünen Mekkeliler’e karşı ise Kâinatın Fahri sallallâhu aleyhi ve sellem gâyet açık ve net şu hakîkatı haykırmıştı.

“- Ben sizden hiç bir şey istemiyorum. Ne mal, ne mülk, ne saltanat ne de reislik. Benim tek istediğim şudur: Putlara tapmaktan vazgeçiniz, yalnız bir olan Allah’a ibâdet ediniz…”1

Yüce Rabbimiz bütün hayatı boyunca, bizâtihi terbiye ettiği, koruduğu, yardım ettiği Sevgili Habibine, kendisine emredileni olduğu gibi tebliğ etmesini, insanların kendi anlayışlarına göre oluşturdukları, “hevâ” olarak ifâde edilen indî mülahaza ve anlayışlarına da asla itibar etmemesini emrediyor:

“- (Ey Nebî!): Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musîbete çarptırmak istiyor. İnsanların birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.” (Mâide, 49)

“- (Ey Resûl!) Sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: “Ben Allah’ın indirdiği her kitaba inandım, aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.” (Şûra, 15)

“- Ve son olarak (Ey Nebi!) seni (imanın) hedefini gerçekleştireceğin bir yola koyduk. O halde bu yolu izle ve (hakikatı) bilmeyenlerin boş arzu ve heveslerine uyma!” (Câsiye, 18)

İnsandaki, bazen hakikati gizlemek, bazen onu eğip bükerek olduğundan farklı bir şekilde ifâde ederek Hak’tan sapmak, insanın ya bizzat kendi içindeki bir zaaftan veya dışarıdaki bir tesirden kaynaklanır. İçteki zaaf mal, mevkî, haksız itibar düşkünlüğü olurken, dıştaki tesir de, korku, bir şeyleri kaybetme endişesi olabilir. Bütün bu zaaflara karşı sığınak ise “Emrolunduğun gibi istikamet üzere/dosdoğru ol” emr-i ilâhisidir.

Rasûlullah Efendimiz’in terbiyesinde yetişen güzide ashabı da tıpkı O’nun gibi, gönüllerin meyledebileceği tekliflere karşı hep nebevî mukabeleyi göstermişlerdir. Hz. Ebû Bekr devrinde Bizanslılarla yapılan muharebelerde, onlar Müslümanları bir takım dünya menfaatleri sunarak, cihadlarından vazgeçirmek istemişler, sırf i’lay-ı kelimetullah için meydanlara çıkan Halid bin Velid gibi bir kumandan sahabiye yapılan:

- Yâ Halid! Siz aç adamlarsınız, bizlere harb etmek haddiniz mi? Bir miktar erzak veya bir yük hurma verelim, buradan defolup gidin. Dünyanın cennet misali memleketlerinde saltanat sürmek nerenize layıktır? gibi hadsiz teklif ve tehditlere o aziz sahabi:

- Biz sizin gibi akçeye (paraya-pula) secde eden, kadınlara tapan alçaklar değiliz. Bize Allah’ın yardımı va’dedilmiştir. Böyle hezeyanları da çok dinledik. Ya İslâm’ı ya da -sizin güvenliğinizi sağlamamız şartıyla- cizyeyi kabul edersiniz.” cevabını vermişti.

Ümmetini gelecekte düşebileceği fitneler konusunda uyaran Allah’ın Rasûlü, bu fitneleri hatırlatırken bir takım insanların da küçücük dünya menfaatleri karşısında dinlerini dünya için kullanacaklarını veya dinlerini değiştirip haktan sapacaklarını da haber veriyor.

“Âhir zamanda bazı kimseler çıkacak, dîni kullanarak dünya elde etmeye çalışacaklar. İnsanlara yumuşak görünmek için kuzu postuna bürünecekler. Dilleri şekerden tatlı, fakat kalpleri kurt kalbidir.” (Tirmizi, Zühd)

“Bu ümmeti makam ve şereflerinin yükselmesi, dünyâ ve âhirette yücelik, düşmana karşı yardım ve zafer ile müjdele! Onlardan kim âhiret için yapılacak bir ameli dünya menfaati için yaparsa onun âhirette bir nasibi yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, V, 134)

İnsanı celbederek beşerî zaaflara karşı korunmanın yolu ise şüphesiz, Allah Rasûlü’nü yakinen tanımak, sâlih amellere sarılmak ve sâdık bir çevre içinde yaşamaktır.

Kaynak: Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi, 2021-Ocak, Sayı: 419

İslam ve İhsan

AHİR ZAMAN MÜSLÜMANLARININ ZAAFI

Ahir Zaman Müslümanlarının Zaafı

ZAAFLARINI BİLİYOR MUSUN?

Zaaflarını Biliyor Musun?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.