Zakir Kime Denir? Zakir Kimdir?

Zakir kime denir? Zakir kimdir?

Zâkir: Zikreden, Allâh’ı anmakta olan kişiye denir.

ZAKİR KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarından gâfildirler.” (el-Mâûn, 4-5) buyrulmuştur.

Hâlbuki Rabbimiz, yalnızca ibadet esnâsında değil, her zaman gönüllerimizin zâkir hâlde bulunmasını arzulamaktadır. Gözlerimiz uyusa dahî
kalbimizin uyanık olmasını dilemektedir. Nitekim âyet-i kerîmede;

“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allâh’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191) buyrulmaktadır. Bu gönül kıvamına ulaşanlar, dâimî bir ibadet hâlinde yaşarlar. Onların oturupkalkmaları, yiyip-içmeleri, hattâ istirahatleri bile ibadet ecrine nâil olur.

*****

“Yazık! Bu delikanlı Hakk’a kulluk edeceğine mâsivâ ile meşgûliyete dalmış!..” der. Fakat gencin kalbine nazar edince hayretle görür ki, âzâlar dünyevî meşgûliyette, kalb ise Rabbiyle berâber ve zâkir durumda…

*****

Mü’min bir kul, Rabbini yalnız başına zikredip O’nun mahlûkâtı ve nimetleri üzerinde tefekkür ederse Allâh Teâlâ, yolu üzerindeki perdeleri kaldırır
ve onu mânevî tecellîlere nâil eder. Eğer kul, Allâh’ı bir topluluk içinde zikreder ve bununla İslâm’ı tebliğ etmek ve yüceltmek isterse, bu takdirde de Allâh Teâlâ onu semâ ehline sevdirir ve onlar da bu zâkir kula hayır duâda bulunurlar. Böylece üzerine bereketler iner. Daha sonra da, yeryüzü sâkinlerinin kalbinde sevgisi yer eder.

*****

Nefsin lâyıkıyla tezkiye edilebilmesi için; sohbet, riyâzât ve zikir gibi mânevî terbiye metodlarına ihtiyaç vardır. Îmân cevherinin merkezi kalb olduğu gibi zikir cevherinin merkezi de yine kalbdir. Zikir, dilden kalbe indiği zaman hakîkî kulluk başlar; nefs engelini aşma yoluna girilmiş olur. Zikre devâm neticesinde; zikrin hakîkati, zâkirin bütün ahvâline hâkim olur. Kalbde, Cenâb-ı Hak’tan başka herşey silinir. Kul, Rabbi ile beraber olur. İhsân duygusuna kavuşur. Kulluk ve ibâdete, Rabbini görür gibi devâm eder…

*****

Zâkir Kalpler

Bu seviyede beden, kalbin zikri ile nûrlanmış, nefse rûhâniyet hâkim olmuş, îmân cevheri kalb cevheri ile birleşmiş ve îmân itmi’nân derecesine
ulaşmıştır. Hak Teâlâ, zikri en büyük ibâdet olarak tavsîf etmekte ve îman edenlere zikre devam etmelerini âyet-i kerîmelerde şöyle emretmektedir:

“…Allâh’ı zikretmek, elbette en büyük (ibâdet)’tir…” (el-Ankebût, 45)

“Rabbinin ismini zikret! Ve bütün varlığınla O’na yönel!” (el-Müzzemmil, 8)

*****

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

“Her zaman meyve vermesinden maksad, zâkir kulun gece-gündüz Allâh’ı zikretmesidir.” (Fezâil-i A’mâl, 462)

*****

“Gerçekten temizlenen ve Rabbinin ismini zikredip O’na kulluk eden kimse, şüphesiz kurtuluşa ermiştir.” (el-A‘lâ, 14-15) buyurur.

Ayrıca âyet-i kerîmedeki sıralama da câlib-i dikkattir. Şöyle ki:

– Önce kalb, beden ve malı menfîliklerden güzelce temizlemek,
– Bu sâyede Rab ile kul arasına giren gaflet perdelerini kaldırıp atmak,
– Sonra da helâl gıdâlarla beslenmiş bir beden ve zâkir bir kalb ile huşû içerisinde tam bir ibâdet iklîmine girerek gönlü rûhânî lezzetlerle tezyîn etmektir.

*****

Mevlânâ Sâdeddin Kaşgarî bu ölçüyü;

“Bir nefesten diğer bir nefese geçerken bile asla gaflete düşmemek ve dâimâ Allâh ile huzurda olmak.” şeklinde târif eder.

Her nefeste uyanık olmak, zâkirin gerek zikir esnasında ve gerekse sâir zamanlarda, Allâh’tan gâfil olmaması demektir. Nefesleri gafletten kurtarmak, kalbe huzur bahşeder. Her nefes alıp-verişte kalbin Allâh ile huzurda olması; Allâh’a itaat bereketiyle nefesleri ihyâ etmeye bağlıdır. Bir insanın kalbi Allâh ile beraberliğin huzûr ve şuuruna erişince, buna bağlı olarak diğer hâl ve tavırlarında da düzelme görülür.

*****

Kâmil mürşidler, Allâh’ın dostudurlar. Bu sebeple onlar, diğer insanlardan pek çok yönleriyle farklıdırlar. Kalbleri Allâh’a yakındır. İbâdetlerinde ciddiyet ve huşû vardır. Davranışlarına çok dikkat ederler. Rasûlullâh - sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in izinden yürüdükleri için onların duâları diğer insanların duâlarından daha makbûldür. Vücûtları zâkir hâle gelip sadırları da berraklaştığı için girdikleri yerlere ferahlık verirler.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.