Zâlimlerin Sonu Dâimâ Hüsrandır

Muhyiddin İbn-i Arabî Hazretleri, Mevlana Hazretleri'nin sözünün nasıl şerh ediyor? Zalim Ad, Semud ve Lut kavmi nasıl hêlak oldu? Hz. İbrahim (a.s) zulme nasıl meydan okudu ve akabinden neler oldu? Tarih her zaman zalimlerin hüsrana uğradığını yazmıştır. Bugün de yazacaktır inşallah...

Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“Ey Hak yolcusu! Gerçeği öğrenmek istiyorsan; Musa da, Firavun da ölmediler!.. Bugün senin içinde yaşıyorlar, senin varlığında gizlenmişler, senin gönlünde savaşlarına devam ediyorlar!”

Muhyiddin İbn-i Arabî Hazretleri'nin Şerhi

Muhyiddin İbn-i Arabî Hazretleri de, âdetâ bu sözü şerh ederek şöyle der:

“Benim rûhum Musa; aklım ise Harun’dur.

Nefsim Firavun ve nefsimin hevâ ve hevesi, Firavun’un veziri olan Hâmân’dır.”

Hak ile bâtıl arasındaki bu mücadele; her bir insanın iç âleminde devam ettiği gibi, tarih boyunca, dış âlemde de tekrar tekrar yaşanır.

İnsanlık tarihinde zâlimler geldi, büyük zulümler ve haksızlıklar işlediler. Kibir ve gurura kapılıp büyüklendiler.

Onların âkıbeti, kahr u perişan olmak oldu. Bugün onların saraylarından geriye kalan harabeleri, köpekler ve baykuşlar şenlendiriyor.

Ad, Semud ve Lut Kavmi Nasıl Helâk Oldu

Kur’ân-ı Kerim; muhtevâsının üçte birinde, ibret almamız için, geçmiş kavimlerin kıssalarını anlatmıştır. Onların âkıbetlerini ibret nazarıyla okumamızı emretmiştir:

Âd kavminin insanları, imtihan olarak güçlü kuvvetli yaratılışa sahip idiler. «Bizden daha kuvvetli kim var?!.» diyerek bu güçle şımardılar, kibirlendiler. Kendilerinden olmayan insanlara zulmettiler, onları hor gördüler. Köleleri kalelerden atarak öldürme eğlenceleri tertip edecek kadar vahşî ve gaddar hâle geldiler. Kendilerini îkāz eden Hûd -aleyhisselâm-’ı da reddettiler, yalanladılar, tehdit ettiler.

Sonunda Âd kavmi dehşetli bir kasırga ile kahr-ı ilâhîye uğradı.

Semûd kavmi ise, Âd’ın helâk olduğu beldeye yerleşmişti. Âd’ın başına gelenleri, sadece maddî cephesiyle ele aldı;

“–Onların evleri çürüktü, biz ise evlerimizi dağlara oyarak sağlam inşâ ediyoruz. Biz helâk olmayız!” dediler. Zulüm ve kibre devam ettiler. Peygamberleri Sâlih -aleyhisselâm-’dan istedikleri mûcize deveyi katlettiler. Onlar da zulmün âkıbetine uğradılar. Bir tek sayha / korkunç bir ses ile kahr u perişan oldular.

Lût kavmi ahlâksızlığın ve nefsânî arzuların zebûnu olmuştu. Peygamberleri Lût -aleyhisselâm-’ın misafirleri olan, insan sûretindeki meleklere dahî saldırmaya kalktılar. Onlar, korkunç şekilde helâk edildiler. Altları üstlerine getirildi ve üzerlerine ateş yağdırıldı.

Firavun, güç ve zenginlik ile şımarıp tanrılık iddia etti.

İsrailoğullarını köleleştirmişti. Gördüğü bir rüya sebebiyle, onlardan birinin kendi saltanatını sona erdireceğinden korktu, bu bahaneyle on binlerce bebeği katlettirdi.

Sonunda Hazret-i Musa’ya mağlûp oldu. Kızıldeniz’in sularına gömülerek boğulup gitti.

Medyen ve Eyke kavimleri, ticârî ahlâksızlıkları ve haksızlıkları sebebiyle helâk oldular. Peygamberleri Şuayb -aleyhisselâm-’ı dinlemediler, üzerlerine ateşten kerpiçler yağdı. Toptan perişan oldular.

Nemrut da, tanrılık taslayan ahmak bir hükümdardı. Keldânîlerin reisiydi. Yıldızlara ve putlara tapan bu kavme Hazret-i İbrahim gönderildi.

Hz. İbrahim Canı İle İmtihan Oldu

Hazret-i İbrahim; bir gün kavminin putlarını kırdı ve onlara, elleriyle yaptıkları heykellerin zavallılığını gösterdi. Bunun üzerine acziyet içinde, Hazret-i İbrahim’i ateşe atmaya karar verdiler.

Hazret-i İbrahim;

“Allah bana yeter!” dedi, meleklerin yardım tekliflerini dahî;

“Ateşi; yakan, söndürür! Ben bu yolda, tevhid mücadelesinde yanmaya râzıyım!” diyerek reddetti.

Mancınıkla içine atıldığı, dev alevler püskürten ateş, bir anda gülzâra dönüştü.

Zâlim Nemrut, acziyet içinde Hazret-i İbrahim’i serbest bırakmak zorunda kaldı. Kendisi daha sonra burnundan beynine giren topal bir sivrisinek ile helâk oldu.

Hâsılı;

Zâlimlerin sonu dâimâ hüsran oldu.

Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:

“Firavunların, Âd kavminin (ve emsâlinin) başına gelenleri (ilâhî kahırları ve azap kamçılarını) duyan akıllı insanlar, şu varlıktan (nefsânî arzuların çirkinliklerinden) vazgeçer, hırs ve gururu da bırakır.

Şayet varlık iddiasından, kendini büyük görmekten ve hırstan vazgeçmezse; bu sefer onun bedbaht hâlinden, başkaları ibret alır. (O da belâya uğrar da ibret-i âlem olur!)”

Bugünkü Zâlimler De Er Geç Hüsrâna Uğrayacaklar

Bugünkü zâlimler de er geç hüsrâna uğrayacaklar. Alevli cehennem ateşinde sonsuza dek yanarken, bu cihandaki mahdut galebe nöbetinin hiçbir mânâsı olmayacak!..

Mazlumlar ise, fedâkârlıkları nisbetinde dâimâ zafere ulaşan taraf oldular. Haklı dâvâlarında sebât edenler; geçici olarak çileler çekseler de, neticede galip geldiler.

Gazze'de Zafer Gelecek

Bugün Gazze’de; Mekke devrinde müslümanlara uygulanan işkence, zulüm ve muhasaranın bir benzerini görüyoruz. Gazzeli kardeşlerimizde de; îman, sabır ve sebat görüyoruz. Kalplerini ve bedenlerini Cenâb-ı Hakk’a adadıklarına şâhit oluyoruz.

Bir harpte;

  • Molozlar ölüyorsa, kalbi olmayan bedenler ölüyorsa ardından hezîmet gelir.
  • Hakikî şehidler veriliyorsa, ardından mutlaka zaferler gelir.

Gazze’de görüyoruz ki;

Mü’min kardeşlerimiz; Allah için, din için, vatan için fedâkârâne şehîd oluyorlar. Kadınlar, çocuklar, kimsesizler gözlerini kırpmadan Allah yolunda fedâ-yı cân ediyorlar. Umuyoruz ki, Cenâb-ı Hak, bu fedâkârlıklara zafer ile mukabelede bulunacaktır.

Müslüman dâimâ nikbin (iyimser ve ümitvar) olmalıdır, asla bedbin (kötümser ve karamsar) olmamalıdır.

Mehmed Âkif, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in risâletiyle cihanda meydana gelen adâlet ve hakkāniyeti şöyle tarif eder:

Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi,

Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!

Bu mısralarda dile getirilen hakikat, istikbalde de gerçekleşecek;

Gazze müdafaası da inşâallah zaferle neticelenecektir. Zâlimler, akıllarına bile gelmeyen hezîmetlere uğrarken; mazlumlar, Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla kimsenin ummadığı muvaffakiyetlere nâil olacaklardır.

Bizlere düşen; bu kahraman ve fedâkâr kardeşlerimize bir vefâ hissiyle dolu olmamızdır. Onlara yardım ve desteği sürdürmeli, zâlimlere destek olanlara karşı boykotu devam ettirmeliyiz.

Hattâ;

Kenarda bir meblâğ ayırmalı ve inşâallah zulüm sona erdikten sonra, oranın îmârı için hazırlık yapmalıyız.

Hazret-i İbrahim, canıyla imtihanda muvaffak olmuştu. Sırada mal ve evlâttan fedâkârlık imtihanları vardı.

Cebrâil -aleyhisselâm- beşer sûretinde gelip, ondan mal istedi. Hazret-i İbrahim; kalabalık sürülerini, bir defa Cenâb-ı Hakk’ı zikretmesinin mukabili olarak fedâ etti. Cebrâil; kendisinin melek olduğunu, koyunlara ihtiyacının olmadığını söylediyse de, Hazret-i İbrahim, infâkından dönmedi.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Haziran, Sayı: 232

İslam ve İhsan

ZULÜM İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Zulüm İle İlgili Ayet ve Hadisler

ZALİMLERİN AKIBETİ

Zalimlerin Akıbeti

ZALİMLERİN DESTEKÇİLERİNE DESTEK OLMAK DA HARAMDIR

Zalimlerin Destekçilerine Destek Olmak da Haramdır

ZALİMLERİN HİÇBİR DOSTU VE SÖZÜ DİNLENECEK ŞEFAATÇİSİ YOKTUR AYETİ

Zalimlerin Hiçbir Dostu ve Sözü Dinlenecek Şefaatçisi Yoktur Ayeti

“BİZ FENALIKTAN MEN EDENLERİ KURTARDIK; ZÂLİMLERİ DE ALLAH’A KARŞI GELMEKTEN ÖTÜRÜ ŞİDDETLİ AZÂBA UĞRATTIK” AYETİ

“Biz Fenalıktan Men Edenleri Kurtardık; Zâlimleri de Allah’a Karşı Gelmekten Ötürü Şiddetli Azâba Uğrattık” Ayeti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.