Zalimlerin Sonunun Nasıl Olduğuna Bir Bak

İnsan neden azgın olur? Mal, zenginlik ve iktidar nedeniyle azanların sonu ne olmuştur? Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak...

İnsanlar azgınlığa, kibir ve şımarıklığa sevk eden pek çok âmil vardır. Bunların başında servet ve iktidar sahibi olmak gelir. Fakir ve aciz olanlar tabii olarak sığınacak yer ararlar. İhtiyaçlarını kendi başlarına karşılamayacakları için kendilerine destek olacak, ellerinden tutacak kimselerin hizmet ve himayelerine girerler.

ZALİMLERİN SONU...

Fakirlik ve güçsüzlük onları mütevazı ve itaatkâr olmaya sevk eder. Çünkü isyan edecek güçleri yoktur. Zayıf halleriyle isyana kalkışsalar da başarılı olamayacaklarını bilirler. Yoksulluk onların ellerini kollarını bağlar.

Varlık sahibi olanlar ise servetleri sebebiyle kendilerinde bir güç vehmederler, kendi kendilerine yeteceklerine inanırlar. Bu güç onları kibre ve başkalarını küçük görmeye sevkeder. Güçlendikçe had-hudut tanımaz hale gelirler. Mevlâmız bu gerçeği şöyle ifade ediyor. “Doğrusu insan kendini müstağni (zengin) görmesiyle azgınlaşır” (Alâk 6-7) “Mal toplayıp tekrar tekrar sayan ve insanları arkadan çekiştirip kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay haline. O malının kendisini dünyada ebedi olarak yaşatacağını sanır.” (Hümeze 1-3)

Bu varlıklı kodaman takım peygamberlere ilk karşı çıkanlar olmuş, iman eden zayıf ve güçsüzleri daima aşağılamışlar, kibirleri sebebiyle gerçeği kabule yanaşmamışlardır. Mesela yıllarca kendilerini imana, hakkı kabule davet eden Hz. Nuh'a (as.) karşı tavırları şu olmuştur “Biz seni ancak bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Basit ve dar görüşlü aşağı tabakalarımızdan başkasının da sana uyduğunu görmüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine biz sizin yalancı olduğuna inanıyoruz” (Hud. 27)

Mal ve Zenginlik Sebebiyle Azanlar...

Hz. Peygamber’e (sav.) karşı çıkanlarda öncelikle Ebu Cehil, Ümeyye b. Halef, Âs bin Vail gibi kodamanlar olmuştur. “Biz hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın varlıklı şımarıkları: "Biz, sizinle gönderileni inkâr ediyoruz demişlerdir. Ayrıca biz mal ve evlat bakımından daha çoğunluktayız ve bize azab edilecek değildir” (Sebe 34-35)

Bu kodaman şımarık takım lüks ve zevklerine düşkün olduklarından ve ilâhî gerçekler kendi çıkarlarına ve hayat tarzlarına ters geldiğinden, mevcut bâtıl düzenlerinin devam etmesi için mücadele verirler. Kendilerini haşa Allah yerine koyarlar. Ama onların düzeni örümcek ağı gibi zayıftır. Bunlar hep servetlerinin yıkıntıları arasında helâk olmuşlardır.

Tarih servetin verdiği şımarıklıkla Allah'a ve peygamberlerine karşı gelenlerin helâk haberleriyle doludur: "Biz zulmetmekte olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka başka toplumlar meydana getirdik. Onlar azabımızı hissedince hemen oradan süratle kaçıyorlardı. Onlara, "Kaçmayın, o içinde şımartıldığınız bolluğa ve yurtlarınıza dönün. Çünkü sorulacaksınız" denildi. "Eyvah bizlere! Bizler gerçekten zalim kimseler idik" dediler. Biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ateş gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam etti.”  (Enbiya 11-15)

İmanın, aklın ve ahlâkın kontrolünde olmayan servet daima azgınlık ve haksızlık sebebi olmuştur. Bu servetler genellikle haksız ve haram yollarla kazanıldığı için sonu da aynı şekilde korkunç kayıplar ve felaketler olmaktadır. Bu türlü servetler, sahiplerini adeta sarhoş etmekte, akılları ve gözleri perdelenen bu kişiler önünü göremeyen âmâlar gibi sendeleyip düşmektedirler.

Kârun bu türlü zenginler için en canlı örnektir.

“Kavmi ona: Şımarma, çünkü Allah şımaranları sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez. Karun, "Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir" dedi. O, Allah'ın kendinden önceki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri helak etmiş olduğunu bilmiyor muydu?” (Kasas. 76-78)

Netice de Allah Kârun’u ve sarayını yerin dibine geçirdi. Ona özenenler de azgınlığın sonuna acı bir şekilde şahit oldular.

İktidar Sebebiyle Azanlar...

İnsanların imkânları arttıkça kendilerinde hayali güç vehmine kapılırlar, her şeye kadir olacaklarına inanırlar. Hâlbuki bu güç emanet ve devşirmedir. İnsanın kendi gücü değildir. Başkalarının desteğiyle devam eder. Bu destek çekilince çöker.

İktidar sebebiyle azanlara en çarpıcı misal Firavun ve Nemrud'dur. Firavun'un azgınlığı, ilahlığını iddia edecek noktaya geldi. Cenab-ı Hak Hz. Musa'ya (as.):

“Haydi Firavun'a git! Çünkü o azmıştır. Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin? Seni Rabbine ileteyim de ona karşı derinden saygı duyup korkasın! Derken Mûsâ O'na en büyük mucizeyi gösterdi. Fakat o, Musa'yı yalanladı ve isyan etti. Sonra sırt dönüp koşarak gitti. Hemen (adamlarını) topladı ve onlara seslendi: "Ben, sizin en yüce Rabbinizim!" dedi. Allah onu, ibret verici şekilde dünya ve âhiret cezasıyla cezalandırdı.” (Nâziat 17-25)

Firavun’u bu azgınlığa sevkeden şey, sahip olduğu iktidar gücüydü. Fakir ve güçsüz gördüğü için Hz. Musa'yı (as.) önemsememiş, onu hakir görmüştür.

“Firavun kavmine seslenerek dedi ki: "Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz? Yoksa ben, şu zavallı, nerede ise maksadını anlatamayacak durumda olan bu adamdan daha hayırlı değil miyim? (Eğer doğru söylüyorsa) ona altın bilezikler atılmalı, yahut onunla beraber bulunmak üzere melekler gelmeli değil miydi? Firavun kavmini küçük düşürdü (ezdi). Onlar da kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplumdu.”  (Zuhruf. 51-54)

Nemrud'a gelince o da saltanatı sebebiyle şımarıp kibirlenerek İbrahim (a.s) ile Allah hakkında tartışmaya girdi! “Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, "Benim Rabbim diriltir, öldürür." demiş; o da "Ben de diriltir, öldürürüm" demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir" deyince, kâfir şaşırıp kalmıştı…”  (Bakara 258) Emanet gücüne güvenip azan, İbrahim'le tartışmada mahcup olan Nemrud, fikrî mücadeleyi kaybedince güce başvurdu ve İbrahim'i ateşe attı. Fakat yüce Mevlâ onun planını boşa çıkardı ve samimi olan kulu İbrahim'i ateşten kurtardı. Bu Nemrud'un, Allah'la savaşmak için göğe ok attığı, okta kan lekesi görünce Allah'ı vurduğunu sandığı anlatılır. Nemrud'un burnundan beynine giren bir sivri sinek tarafından öldürüldüğü kabul edilir. Rivayet edildiğine göre; sineğin sebep olduğu şiddetli ağrılar sebebiyle sürekli olarak başına tokmakla vurdurmuş ve sonunda büyük bir acıyla ölmüştür.

Görüldüğü gibi bu zalimlerin sonu hep hüsran olmuştur. Arap şairinin dediği gibi: Kralda olsa, orduları dağları ovaları da doldursa zalimler asla güven içinde olduklarını sanmasınlar.

İnsanlara düşen görev; bu zalimlere asla destek olmamaktır. Aksi halde destek olanlarda zalimlerin akıbetine uğrarlar. Cenab-ı Hak bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır: “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hud. 113)

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 461

İslam ve İhsan

ZALİMLERİN AKIBETİ

Zalimlerin Akıbeti

ZULÜM İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Zulüm İle İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.