Zamanının En Değerli Din Adamı
Kâsım bin Muhammed (r.a.); emîn/güvenilir, verâ ve takvâ sahibi, yüce bir zât idi. Büyük bir fakih ve dînî ilimlerde imâm idi. Her hâli ile, zamanının en değerli şahsiyeti ve mürâcaat mercii idi.[1]
Yahya bin Saîd (r.a.):
“Biz Medîne’de Kâsım bin Muhammed’den daha fazîletli birini görmedik.” derdi.[2]
Kuvvetli bir dînî hayata, derin bir ilim ve irfâna sahipti. Muhterem dedesi Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- gibi himmeti âlî, akıllı, tedbirli, ümmet-i Muhammed’in işleri hususunda ciddî, kararlı ve azimli bir zât-ı muhteremdi. Bu sebeple Ömer bin Abdülaziz Hazretleri:
“Elimde olsa hilâfeti Kâsım bin Muhammed’e bırakırdım!” demiştir.[3]
KÂSIM BİN MUHAMMED’İN FAZÎLETLERİ
Kâsım bin Muhammed (r.a.) bir asâlet ve mehâbet timsâliydi. Dâimâ tefekkür ve haşyet hâlindeydi. Mübârek alnında secde izi vardı.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in muhabbetiyle doluydu. Efendimiz’in kabr-i şerîfini en yakından ziyaret ederek O’na duyduğu hasret ve iştiyâkını bir nebze olsun teskin edebilmeyi arzu ederdi. Nitekim bir gün Hazret-i Âişe vâlidemize:
“–Anneciğim, bana Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek kabrinin bulunduğu odayı açabilir misin?” diye ricâda bulunmuş, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- da üç kabrin bulunduğu o odayı açarak ona Efendimiz’in kabr-i şerîfini göstermişti.[4]
Kâsım bin Muhammed Hazretleri, kimseyi ayıplamaz, kimsenin aleyhinde konuşmazdı.[5]
Dünyaya karşı son derece zâhid idi. Dünya onun gözünde zerreden daha kıymetsizdi. Bu sebeple, kendisine verilen 100.000 dirhem ganimet malını, hiç elini sürmeden fukarâya dağıtmıştı. Maddî sıkıntı ve ihtiyaç içinde olduğu zamanlarda bile kendisine verilen malları Allah yolunda infâk ederdi. İnsanlardan bir şey kabûl etmezdi.[6]
Yüksek şahsiyet ve karakteriyle, herkesin hayranlığını kazanmıştı. İnsanlar onu fiilî kıstas olarak görüp örnek alır ve hayatlarını ona göre tanzim ederlerdi. Yine Kâsım bin Muhammed g, dînin hem zâhirine hem de bâtınına dâir ilimleri kendinde cem ederek, bunu hâliyle, kāliyle ve örnek hayatıyla sonraki nesillere nakleden büyük bir Hak dostu idi.
HADİS İLMİNDEKİ DERİNLİĞİ
Kâsım bin Muhammed g, Medîne-i Münevvere’de ashâb-ı kirâmın güzîde bir talebesi oldu. Tâbiîn neslinin önde gelen sâlih ve âlimlerindendi. Nitekim Medîne fukahâsından Ebu’z-Zinâd şöyle der:
“Sünnet-i Seniyye’yi, Kâsım bin Muhammed’den daha iyi bilen ve yaşayan birini görmedim. O zamanki tahsil, Sünnet-i Seniyye’yi tâlim ve yaşamak idi.”[7]
Kâsım bin Muhammed Hazretleri, bilhassa halası Hazret-i Âişe vâlidemizden çok istifâde etmiş ve pek çok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Bunun yanında Selmân-ı Fârisî, Ebû Hüreyre, İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer -radıyallâhu anhum- gibi büyük sahâbîlerden de feyz almış ve ilim tahsil etmiştir. Hadis ve tefsir ilimlerinde deryâ idi. Tâbiînin ilim ve hâl erbâbı, ondan hadis rivâyet etmişlerdir.
Kâsım bin Muhammed g, hadîs-i şerîfleri kelimesi kelimesine aynen rivâyet etmeye titizlik gösteren, dikkatli bir hadis râvîsi idi. Yanlış veya eksik bir rivâyette bulunurum korkusuyla, ancak yüz kadar hadîs-i şerîf rivâyet edebilmiştir.[8]
Hadis âlimleri, onun rivâyetlerinin güvenilir olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.
FIKIH İLMİNDEKİ DERİNLİĞİ
Kâsım bin Muhammed g, Hazret-i Âişe vâlidemizin yetiştirdiği bir fakih idi.[9] Tâbiînin büyüklerinden ve Fukahâ-i Seb’a diye bilinen Medîne-i Münevvere’nin yedi büyük fıkıh âliminden biri idi. En zor meseleleri dahî hallederdi. Medîne fukahâsından Ebu’z-Zinâd’ın şu sözü bu hakîkati tasdik mâhiyetindedir:
“Kâsım bin Muhammed’den daha üstün bir fakih görmedim!”[10]
Kâsım bin Muhammed Hazretleri, sabahın erken saatinde mescide gelir, iki rekât namaz kılar, sonra uzun müddet etrâfında halkalanan insanların muhtelif suallerine cevap verirdi. İnsanlar da onun sohbetini dinleyebilmek için sabah erkenden gelip meclisine otururlardı. Yatsı namazından sonra da sohbetine devam ederdi.[11]
Onun rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler, daha çok ahkâma dâirdir. Abdurrahman bin Ebî Amra’nın anlattığına göre annesi, bir köle âzâd etmek istemiş ve bu işi sabaha tehir etmişti. Fakat sabaha çıkamadan da vefât etmişti. Bunun üzerine Kâsım bin Muhammed Hazretleri’ne mürâcaat eden Abdurrahman:
“–Ben annemin yerine bir köle âzâd etsem, anneme faydası olur mu (sevâbı ulaşır mı)?” diye sordu. O da şu cevâbı verdi:
“–Sa‘d bin Ubâde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelip:
«–Annem vefât etti, ben onun adına bir köle âzâd etsem ona faydası olur mu?» diye sormuştu. Allah Rasûlü de; «–Evet!» buyurmuşlardı.” (Muvatta’, Itk, 13)
ALLAH KORKUSU
Kâsım bin Muhammed g Allah korkusuyla yüreği titreyen, gözü yaşlı bir Hak dostu idi. Allah korkusu sebebiyle dâimâ mahzun ve boynu bükük dururdu. Kendisine, bilmediği bir hususta suâl sorulduğunda; “Bilmiyorum!” demekten çekinmez, yanlış bir hüküm verip de Allâh’ın gazabını celbetmekten korkardı. Kendisine çok soru sorulduğunda da:
“–Vallâhi sorduğunuz şeylerin hepsini bilmiyoruz! Bilseydik sizden gizlemezdik, zâten gizlememiz de helâl olmaz.” derdi.[12]
Kur’ân-ı Kerîm’i kendi görüşüyle tefsîr etmezdi. Ancak, çok iyi bildiği, açık mevzularda hüküm verir ve:
“–Ben böyle olduğu kanaatindeyim, bunun kesin doğru olduğunu söylemiyorum.” derdi.[13]
Onun şu muhteşem sözü, kalbindeki Allah korkusunun en güzel ifâdelerinden biridir:
“Kişinin, Allâh’ın kendisine farz kıldığı şeyleri bildikten sonra câhil olarak yaşaması, bilmediği şeyler hakkında söz söylemesinden daha hayırlıdır.”[14]
TEVÂZUU
Kâsım bin Muhammed Hazretleri, zamanının en büyük âlimlerinden olmasına rağmen, sahip olduğu mârifetullah ilmi sebebiyle dâimâ mütevâzı bir hayat yaşamıştır. Bir kişi kendisine:
“–Sâlim mi daha âlim, yoksa sen mi?” diye ısrarla sormasına rağmen bu suâli geçiştirmiş, ne kendini medhetmiş ne de hakîkate muhâlif bir söz söylemiştir.[15]
Devamlı din kardeşlerini kendine tercih ederek îsârda bulunmuş, bol bol infâk etmiş, ancak hiçbir zaman bunların duyulmasını ve konuşulmasını istememiştir. Bu hususta konuşanları duyunca da hemen müdâhale edip konuyu değiştirmiş, üzerini kapatmıştır.[16]
[1] İbn-i Sa‘d, V, 193; Zehebî, Siyer, V, 53.
[2] Ebû Nuaym, Hilye, II, 184.
[3] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, I, 351.
[4] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 66-68/3220.
[5] Zehebî, Siyer, V, 59.
[6] İbn-i Sa‘d, V, 189; Zehebî, Siyer, V, 59.
[7] Ebû Nuaym, Hilye, II, 184.
[8] İbn-i Sa‘d, V, 187; Zehebî, Siyer, V, 58.
[9] Zehebî, Siyer, V, 53.
[10] Ebû Nuaym, Hilye, II, 183.
[11] İbn-i Sa‘d, V, 188, 189.
[12] Ebû Nuaym, Hilye, II, 184.
[13] İbn-i Sa‘d, V, 187.
[14] İbn-i Sa‘d, V, 188; Ebû Nuaym, Hilye, II, 184.
[15] İbn-i Asâkir, Târîhu Dımaşk, c. 49, s. 172.
[16] İbn-i Sa‘d, V, 189.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları