Zâriyât Suresi 21. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Zâriyât Suresi 21. ayeti ne anlatıyor? Zâriyât Suresi 21. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Zâriyât Suresi 21. Ayetinin Arapçası:

وَف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ

Zâriyât Suresi 21. Ayetinin Meali (Anlamı):

Bizzat kendi varlığınızda da. Hâla gerçeği görmeyecek mi­siniz?

Zâriyât Suresi 21. Ayetinin Tefsiri:

Bunlar:

        Yeryüzündeki deliller:

Yeryüzünün yaratılışı; güneşten belli bir mesafe uzaklıkta belirli bir eğiklikte konuluşu; ışık ve sıcaklığının düzenli bulunuşu; mevsimlerin birbiri ardınca geliş ve gidişi; üzerindeki hava ve suyun nispet ve özelliklerinin ayarlanması; içerisine çeşit çeşit sayısız hazinelerin konulmuş olması; üzerine topraktan müteşekkil münbit bir örtünün geçirilmesi; kuruduktan sonra yağmurla dirilişi ve üzerinde cins cins sayısız, hesapsız bitkilerin bitirilmesi; içinde kara, deniz, hava canlılarının sayısız cinslerinin yaratılması; orada her cins hayat için uygun gıda ve durumların ayarlanması; orada insanın yaratılmasından önce tarihin her devrinde insanın sadece günlük ihtiyaçlarını değil, ilim ve medeniyet yolunda ilerlerken ihtiyaç duyacağı bütün malzemelerin yaratılması; yine orada ibretle dolaşanların görebilecekleri gibi iyilik yapanlarla yapmayanların, takvâ sahibi olanlarla olmayanların, inananlarla inanmayanların akıbetlerindeki farkı gösterecek çok sayıda delillerin bulunması. Bunlar gibi sayısız işaretler, kalbî hususiyetlerini kaybetmemiş, gözü gören, kulağı duyan ve aklı çalışan herkesin gerçekleri idrakine; yakînî bir bilgi ve imana ulaşmasına yardımcı olacaktır.

        İnsanın kendi varlığı ve iç dünyasındaki deliller:

İnsanı ancak mikroskopla görülebilecek derecede küçücük nutfeleri birleştirerek yaratması; sağlam bir karargâh ve karanlık bir köşede besleyerek kademe kademe geliştirmesi; ona emsalsiz güzellikte bir vücut ve hayrete düşüren kabiliyetlerle dolu bir can vermesi; yaratılışını kemale erdirir erdirmez onu anne karnının dar ve karanlık dünyasından çıkararak bu geniş dünyaya ihtişamla getirmesi; çok kuvvetli ve kendi kendine çalışan bir makinayı içine koyması bu delillerden bir kaçıdır. Öyle ki doğduğu günden gençlik ve ihtiyarlığına kadar nefes alma, gıdaları hazmetme, kan yapma ve bütün damarlarda onu dolaştırma, artıkları dışarı çıkarma, vücudun eskimiş parçaları yerine yenilerini hazırlama, içerden veya dışardan gelen yıkımlara karşı koyup verdikleri zararları tamir etme, hatta yorulduktan sonra onu dinlendirmek için uyutmaya varıncaya kadar bütün işleri kendi kendine yapmayı sağlamıştır. Son derece dikkat çekici bir beyin, kafatası içine konulmuş, kıvrım kıvrım derinliklerine de akıl, fikir, düşünce, şuur, mantık, irade, hafıza, istek, arzu ve duygular, eğilimler ve diğer zihni güçlerin paha biçilmez servetleriyle doldurulmuştur. Ona pek çok bilgi edinme vasıtaları verilmiş; göz, kulak, burun ve bütün vücudu kaplayan deri, her çeşit bilgiyi ona ulaştırmaktadır. Yine ona dil ve anlatma gücünü vermiş, bununla insan içinden geçirdiklerini anlatma imkânı bulabilmektedir. İnsanın varlığında saymakla bitmeyecek daha nice deliller vardır. Dikkatlice bakıp düşünenler bunları kolaylıkla görebilecek ve kendilerini yaratan Rabbin kudret ve azametini anlayabileceklerdir. (bk. Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, V, 506)

Şâir ne güzel söyler:

“Zâtım benim ey zâtına hüccet olan Allah!

Ey varlığı varlık ile müspet olan Allah!” (İsmâil Safâ)

        Gökyüzündeki deliller:

Rızkımızın esas sebeplerinden biri olan yağmur gökten yağmakta; ışık ve ısısıyla hayatın kaynağı kılınan güneş de gökte bulunmaktadır. Suçluların tehdit edildikleri azapların bir kısmı gökten indiği gibi, mü’minlere va‘dedilen cennetler de yine göklerde bulunmaktadır.

Şâir der ki:

“Cihân-ârâ cihân içindedir arayı bimezler

Şu mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler.” (Bahrî)

“Cihânı süsleyen Allah ilim, kudret ve yaratmasıyla yine bu cihânın içindedir. Yani Allah her varlıkta tecellî etmektedir. Fakat herkes bunun farkında değildir ve Allah’ın tecellilerini aramayı bilmez. Nitekim denizdeki balıklar da denizin ne olduğundan, hatta onun varlığından bile haberdâr değildir.”

Bütün bu deliller göstermektedir ki, biz kendi aramızda nasıl konuşuyorsak, konuşmamız bir gerçek ise, konuşamaz olduğumuzu kimsenin iddia etme imkânı yoksa, aynı şekilde gökleri ve yeri yaratan Cenâb-ı Hakk’ın indirdiği Kur’an ve gönderdiği Peygamberimiz (s.a.s.) vasıtasıyla haber verdiği şekilde âhiret olacağı ve herkesin hayır ya da şer yaptığının karşılığını göreceği kesin bir gerçektir.

İşte Kur’an’ın anlattığı ibret verici gerçeklerden biri:

Zâriyât Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Zâriyât Suresi 21. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.