Zekât Nasıl Ödenir?

Zekat

Zekât nasıl ödenir? İslam’da zekâtın ödenme şekli.

Hanefîlere göre zekât borçları, o malların kendi cinslerinden verilebileceği gibi, kıymetleri de verilebilir. Dayandıkları delil sünnettir. Allah’ın Elçisi, hayvanların zekât borçlarının ödenmesinde aradaki yaş farklarının iki koyun veya yirmi dirhemle kapatılmasının istenmesi,[1] develerin zekâtında beş devede bir koyun zekât verilmesi, bir cins yerine başka cinsin verilebileceğini gösterir.

Zekâta tabi olan altın, gümüş, ziraî ürünler ve evcil hayvanlar ile ticaret mallarının zekâtlarını kendi cinslerinden vermek caiz olduğu gibi kıymetlerini vermek de caizdir. Bu konuda mal sahipleri tercih hakkına sahiptir. Nitekim, öşür, harac, fitre, adak ve azat etme dışındaki kefâretlerde de hüküm böyledir.

Ebû Hanîfe’ye göre, zekât değerinin belirlenmesinde esas olan zekâtın farz olduğu tarih, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ise ödeme tarihidir. Sâime hayvanlarda ise ittifakla ödeme günüdür.[2]

Hz. Peygamber zekât develeri arasında büyük hörgüçlü bir deve görmüş, zekât memuruna; “Ben size insanların en iyi mallarını almayı yasaklamadım mı?” buyurmuş, memur da: “Bunu, zekât develerinden iki deve bedeli olarak almıştım” deyince, Allah Elçisi susmuştur.[3] İki deve yerine bir tanesinin alınmasının kıymet bakımından oluşu açıktır.

ZEKAT ÖDEMESİ NASIL YAPILIR?

Zekâtta gaye yoksulun ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bu ihtiyaçlar, yoksula zekâtı malın kendi cinsinden vermekle karşılanabileceği gibi, zekât malının yerine, başka cins mal veya nakit para vermekle de karşılanabilir. Bu duruma göre bir kimse altının zekâtı için, kıymeti kadar gıda maddesi veya kumaş verebilir. Yine sâime hayvanlar veya ticaret malları yerine de, değerleri kadar nakit para verilebilir. Ancak bu konuda yoksullar için yararlı olanı tercih etmek daha uygundur.

Şâfilere göre ise her malın zekâtının kendi cinsinden verilmesi asıldır, kıymetleri verilemez. Bir alacağı, bir malın veya kabzedilecek başka bir alacağın zekâtı olarak bağışlamak caiz değildir. Çünkü alacak mâliyet bakımından maldan eksiktir. Bu yüzden tam olan bir şey karşılığında eksik olan bir şey verilemez.

Bir kimse bir yoksuldan olan alacağının tamamını, bu yoksula bağışlasa, bu alacağın zekâtı verilmiş sayılır. Yine alacağın bir bölümünü bağışlasa, yalnız bu bölümün zekâtını verilmiş sayılır.

Diğer yandan bir kimse bir yoksuldaki alacağını, başka mallarının zekâtına mahsup edemez. Yine yoksuldaki böyle bir alacağını, başka bir alacağının zekâtına da karşılık olarak sayamaz.

Borçlarını ödemekte güçlük çeken kimselerdeki alacakların zekâta mahsup edilememesi yerinde bir prensiptir. Bu mahsup caiz görülseydi, esnaf ve tüccar alamadığı batık alacaklarını zekâta sayarak bu hakkı kötüye kullanabilirdi. Sıkıntıda olan veya kendini bu şekilde sıkıntıda gösteren borçlular da, borçlarını zekâta saydırmak için yıl sonlarını beklerlerdi. Bu durum gerçek yoksulların haklarının kaybolmasına yol açardı.

Diğer yandan alacaklı, yoksul olan borçlusunu zekât yoluyla borcundan kurtarmak isterse, ona diğer zekâta tabi mallarının zekâtından verir ve yoksul da bununla borcunu ödeyebilir. Ancak zengin kimsede olan alacak, üzerinden bir yıl geçtikten sonra o zengine bağışlansa, sağlam görüşe göre, bu alacağın zekâtı düşmüş olmaz.

Bir kimse, başkasındaki alacağını elindeki bir malının zekâtına mahsup etmek üzere bir yoksulun gidip almasına yetki verse, bununla o zekât kabz sırasında ödenmiş olur. Bu duruma göre sağlam müşteri çek ve senetleri zekâta sayılmak üzere, ciro edilerek yoksula verilebilir. Ancak zekât bu çek veya senedin bedeli tahsil edildiği zaman ödenmiş sayılır.

Nisap miktarında olan bir malın zekâtı daha yıl dolmadan yoksullara verilebilir. Ancak nisap miktarına ulaşmayan malın zekâtı önceden verilemez. Böyle bir mal daha sonra nisap miktarına ulaşsa bu andan itibaren bir yıl sonunda ayrıca zekâta tabi olur. Daha önce verilen miktar nafile sadaka yerine geçer.

İmam Mâlik’e göre zekât yıl sonundan önce verilemez. Nitekim ibadetler de vaktinden önce eda edilemez. İmam Şâfi’ye göre de yalnız bir yıllık zekât önceden verilebilir.

Hanefîlere göre ise nisap miktarındaki bir malın bir kaç yıllık zekâtı birden verilebilir. Yıl sonunda bu miktar mevcut bulundukça zekâtları verilmiş bulunur. Bu miktar azalır ve nisabın altına düşerse, daha önce verilmiş olan zekât, bir nafile sadaka yerine geçer. Meselâ; zekâta tabi iki yüz gram altını olan bir kadın, sıkıntıda olan bir yoksula otuz gram ağırlığındaki bir bileziği zekât olarak verse, altı yıllık zekâtı peşin ödemiş olur. Ancak bu kadın üçüncü yıldan sonra yoksul düşse, son üç yıllık peşin verilen zekât nâfile sadakaya dönüşür.

Bir kimse usûl ve fürûundan olmayıp yalnız hısımlık bakımından nafakasıyla yükümlü bulunduğu bir yetime zekât niyetiyle elbise yaptırsa veya ona yenilecek bir şeyler verse zekâtı yerine geçer. Fakat böyle bir yetimi sofrasına alarak birlikte yedikleri yemekleri zekâtına saymak istese Ebû Yûsuf’a göre caiz olur ise de, Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre caiz olmaz. Çünkü bu durumda temlik bulunmuş olmaz.

Zekâtın ehil olan kimseye temlik edilmesi şart olduğu için, temlik niteliği taşımayan ibâha suretiyle fakirlere yemek yedirme, bir hayır için para harcama zekâta mahsup edilemez. Meselâ; bir zekât parasıyla mescit, yol, köprü, çeşme ve okul inşa ettirilemez, ölülerin kefenleri alınamaz ve borçları ödenemez. Ancak ihtiyaç sahibine yemek, bir lokantada ikrâm edilir veya tabldot usûlü teslim edilmiş olursa temlik gerçekleşir.

Bir yoksul aldığı zekât parasını kendi isteği ile yukarıda belirtilen hayır işlerine harcasa, bundan hem o yoksul, hem de ona bu zekâtı vermiş olan kimse sevap kazanmış olur.

Yine vereceği zekâttan düşmek üzere bir yoksulu evinde oturtmakla zekât verilmiş olmaz. Çünkü bu bir temlik sayılmaz.[4] Ancak kişi ay sonlarında yoksul kiracısına zekât niyetiyle yardım yaparak kirayı ödemesini sağlayabilir.

Dipnotlar:

[1] Buhârî, Zekât, 37. [2] Kâsânî, age, II, 25; İbnü’l-Hümâm, age, I, 507; Meydânî, age, I, 147; İbn Âbidîn, age, II, 29. [3] bk. Buhârî, Zekât, 41, 63, Megâzî, 60, Tevhîd, 1; Müslim, İmân, 29, 31; Ebû Dâvud, Zekât, 5; Dârimî, Zekât, 9. [4] bk. Kâsânî, age, II, 21; İbnü’l-Hümâm, age, I, 527; İbn Âbidîn, age,II, 31; Şirbinî, age, I, 399; eş-Şirâzî, age, I, 161; İbn Kudâme, Muğnî, III, 33; İbn Rüşd, age,I, 260 vd.; Bilmen age, İstanbul 1959, s.467 vd.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları