Zekât Önce Akrabaya mı Verilir?
İnsanın her şeyden evvel kendi üzerinde hakkı vardır. Sonra âile efrâdı, daha sonra ise akrabâ ve yakınları gelir. Mîras hukukunda da aynı yakınlık ve hak sırasına riâyet edilmiştir.
Hak sâhiplerinin de kendi aralarında birbirlerine karşı öncelikleri vardır. Bu da iki şeye dayanır:
Birincisi, verenlerin yakınlık ve akrabâlık derecesinin kuvveti, diğeri ise muhtaçların içinde bulundukları zarûret ve ihtiyaç dereceleridir.
YABANCI BİRİ DAHA MUHTAÇSA...
Akrabâyı tercih etmek, ihtiyaç ve zarûret içinde bulunanları bir kenara bırakıp daha az ihtiyaç içinde bulunana vermek değildir. Bu tercih keyfiyeti, iki ihtiyaç sâhibinin zarûret derecesinin aynı olduğu hâllerde, hangisinin tercih edileceği meselesinde söz konusudur. Zarûret ve ihtiyaç derecesini, dâimâ nazar-ı îtibâra almak gerekir. Eğer yabancı biri, daha muhtaçsa şüphesiz bu durumda akrabâ ve tanıdıklara öncelik verilmesi mümkün değildir.
İSLÂM'IN MERHAMET VE ŞEFKATİ
Bu ölçüler, İslâm’ın insana merhamet aşılamasının yanında, onun dengesini de gösteren müstesnâ inceliklerdir, bir şefkat tâlimidir. Zîrâ îmânın ilk meyvesi merhamet olduğundan ondan uzak bir gönül, hayat sâhibi ve diri sayılamaz. Her hayrın başı olan besmele ve Kur’ân’ın başında yer alan Fâtiha Sûresi, Allâh’ın merhametine dâir olan Rahmân ve Rahîm isimleri ile başlar. Peygamberler ve velîlerin hayatları da merhamet tezâhürleri ile doludur. Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin!” (Ebû Dâvud, Edeb, 58) buyurarak, merhametin bütün mahlûkâtı içine alması gerektiğini ifâde etmiştir. Birer kulluk vazîfesi olan infak, zekât ve öşür gibi mâlî ibâdetler de merhametin en olgun tezâhürlerindendir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfak-Hizmet, Erkam Yayınları