Zekatımı Kime Vereyim?

Zekat

Zekat kime verilir? Gerçek ihtiyaç sahiplerine nasıl ulaşılır? Bir Hak dostuna “Zekatımı kime vereyim?” diye soran zenginin, verilen tavsiye üzerine yaşadığı ibret dolu bir hadise...

Hak dostlarından Ebû Abbas Nihâvendî’ye, zengin talebelerinden biri gelerek zekâtını kime vermesinin daha uygun olacağını sorar. O da:

“–Gönlün kimde karar kılıyorsa ona ver!” buyurur.

GERÇEK İHTİYAÇ SAHİBİNE NASIL ULAŞILIR?

Üstâdının yanından ayrılan talebe, yolu üzerinde dilenmekte olan bir âmâ gör­ür. Gön­lü ona ısınır. Ze­kâ­tı olan bir ke­se al­tı­nı çı­ka­rıp ver­ir.

Ertesi gün aynı yerden geçen talebe, bir önceki gün kendisine zekât verdiği âmâyı başka bir âmâ ile konuşurken görür ve ondan şu cümleleri işitir:

“–Dün bana bir beyzâde tam bir kese altın ver­di. Ben de meyhâneye gidip bir güzel demlendim...”

Bu du­rum ta­le­be­nin çok ca­nı­nı sıkar. Doğruca Ebû Abbas Hazretleri’nin huzûruna varır. Hâdiseyi tam arz edecektir ki Ebû Abbas Hazretleri onun konuşmasına fırsat vermeden, sattığı külâhının karşılığı olan bir akçeyi infâk etmesi için kendisine uzatır. Önüne çıkan ilk kişiye bu akçeyi vermesini tembihler.

Ta­le­be, kendisine tembihlendiği gibi, kar­şı­sı­na çı­kan ilk ki­şi­ye o ak­çe­yi verir. An­cak içi­ni ke­mi­ren bir me­rak­la, o şah­sı tâ­ki­be ko­yul­ur. Adam­ca­ğız, biraz ilerideki bir harâbe­ye gir­er. Son­ra el­bi­se­si­nin al­tın­dan ölü bir kek­lik çı­kar­ıp ye­re bı­rakır. Tam ora­dan ay­rı­la­cak­tır ki ta­le­be önü­ne ge­çip sor­ar:

“–Ey yi­ğit! Al­lah için doğ­ru­yu söy­le, bu ne hâl­dir? Şu­ra­ya bıraktığın ölü kek­lik de ne­dir?”

Adam­ca­ğız ken­di­si­ne ak­çe­yi ve­ren şah­sı kar­şı­sın­da gö­rün­ce heyecandan ke­ke­le­ye­rek şun­la­rı söy­ler:

“–Ye­di gün­dür, bir şey bu­lup da ço­luk ço­cu­ğu­ma ye­di­re­me­dim. Ben ve ha­nı­mım sab­re­di­yor­duk, ama ço­cuk­la­rı­mın ar­tık aç­lı­ğa ta­ham­mül­le­ri kal­ma­mış­tı!.. Bu­na rağ­men di­le­nip in­san­lar­dan bir şey is­te­mek de asla ya­pa­ma­ya­ca­ğım bir işti. Bu ız­tı­rap için­de kıv­ra­nır­ken, se­nin gör­müş ol­du­ğun, çü­rü­me­ye yüz tut­muş o ölü kek­li­ği bul­dum. Za­rû­ret se­be­biy­le onu ye­me­le­ri için ço­cuk­la­rı­ma gö­tü­re­cek­tim. İçim­den de Allâh’a yal­va­rı­yor; «Yâ Rab, hâ­li­me inâ­yet ey­le!» di­ye ni­yâz edi­yor­dum ki, sen karşıma çıkıp o bir ak­çe­yi ver­din. Ben de Rab­bi­me şük­re­de­rek, ye­ne­me­ye­cek du­rum­da olan o ku­şu bu mez­be­le­ye bı­rak­tım. Şim­di pa­za­ra gi­de­cek ve ver­di­ğin ak­çey­le yi­ye­cek bir şey­ler ala­ca­ğım...”

NASIL KAZANDIN?

Bu hâ­le şa­şı­rıp ka­lan ta­le­be, der­hal üstâdının ya­nı­na gider. Haz­ret-i Pîr, o he­nüz bir şey söy­le­me­den, şöy­le bu­yurur:

“–Ev­lâ­dım! De­mek ki sen ka­zan­cı­na şüp­he­li ve­ya ha­ram bir şe­yin ka­rı­şıp ka­rış­ma­dı­ğı­na dik­kat et­me­miş­sin. Bu yüz­den de verdiğin muhtaca dik­kat et­ti­ğin hâl­de, ze­kâ­tın şa­ra­ba git­ti. Zira kazanılan şeyler, nereden ve nasıl elde edilmişse, benzer şe­kil­de el­den çı­kar. Nitekim senin bir kese altınına mukâbil benim bir tek ak­çe­min sâ­lih bir in­sa­nın eli­ne geç­me­si de onun helâlliğindendir...”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Gönül Dünyası, Erkam Yayınları