Zekatla İlgili Esaslar

Zekatın tanımı nedir ve delilleri nelerdir? Zekatın farz olması için gereken şartlar nelerdir? Nakit para, altın, gümüş ve ticaret mallarının zekatı nasıl verilir? Hayvanların, madenlerin ve tarım ürünlerinin zekatı nasıl hesaplanır?

Ayet ve hadislerin ışığında zekât ile ilgili esaslar.

ZEKÂTIN TANIMI VE DELİLLERİ

Zekât sözlükte; bereket, temizlik, üreme, çoğalma ve övme anlamına gelir. Bir fıkıh terimi olarak şöyle tanımlanır: Para, altın ve gümüş ile belli mal çeşitlerinin belirli bir bölümünü, Allah Teâlâ’nın belirlediği bir kısım Müslümanlara zekât niyetiyle mülk olarak vermektir. Zekâta, müminlerin Yüce Allâh’ın emirlerine uymadaki sadakatlerinden dolayı “sadaka” da denilmiştir. Bununla birlikte sadaka kelimesi zekâttan daha geniş anlamlı olup, vâcip ve nafile kabilinden olan bağışları da kapsamına alır. Zekâtın tarım ürünlerinden alınan çeşidine “öşür” denir. Farz olma ve verilecek yerler bakımından zekâtla öşür arasında bir fark yoktur.

Zekât zenginle yoksulu birbirine yaklaştırır, aradaki sevgi ve saygı bağlarını güçlendirir. Geliri bulunmayıp, çalışmaktan aciz olanlara normal bir hayat sürme imkânı sağlar. Zengini cimrilikten korur, cömert ve eli açık yapar. Zekât malı azaltmaz, aksine bereketlendirir ve arttırır. Meyve ağaçlarında ve üzüm bağlarındaki yoz filiz ve dalları budamak gibidir.

Zekât, Hicretin ikinci yılının Şevval ayında Ramazan orucu ve fitreden sonra farz kılınmıştır. Zekâtın farz oluşu Kitap, sünnet ve icmâ’ delillerine dayanır. Kur’ân-ı Kerîm’de 28’i namazla birlikte olmak üzere 32 yerde zekât emri bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli ayetlerde “infâk” emri zekâtı da kapsar.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin.[1]

“Onların mallarından zekât al ki onları temizleyip mallarını çoğaltasın.”[2]

“Çardaklı ve çardaksız bağları, ürünleri çeşit çeşit hurma ağaçları ile ekini; birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve nar ağaçlarını meydana getiren O’dur. Bunlardan her biri ürün verince, meyvesinden yiyin. Hasat edildiği gün de yoksulun hakkını verin.”[3]

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur: Bunlardan biri de zekât vermektir.” [4] Diğer yandan Allâh’ın elçisi, Muaz b. Cebel (r.a.)’i Yemen’e vâli olarak gönderirken şu talimâtı vermiştir: “Onlara bildir ki, Allah Teâlâ kendilerine zekâtı farz kılmıştır. Zekâtı oranın zenginlerinden al, yoksullarına ver.” [5]

ZEKÂTIN FARZ OLMASI İÇİN GEREKEN ŞARTLAR

Bir kimseye zekâtın farz olması için şu şartların bulunması gerekir:

a) Mükellef olmak. Hanefîlere göre, zekâtla yükümlülük için, Müslüman olmanın yanında, akıllı olmak ve ergenlik çağına ulaşmış bulunmak da gereklidir.

Hanefîler dışındaki mezhep imamlarına göre ise, zekâtın farz olması için ergen ve akıllı olmak şart değildir. Bu yüzden çocuğun ve akıl hastasının mallarından da zekât vermek gerekir. Zekâtı bunlar adına velî veya vasîleri öder. Dayandıkları delil şu hadistir: “Malı bulunan bir yetimin velisi olan kimse, bu malı ticaretle çalıştırsın, malı bırakıp da zekât onu tüketmesin.” [6] Bu müctehitlere göre zekât, mala bağlı bir yükümlülük olup, akrabalık nafakasında olduğu gibi, Müslüman ailenin bir ferdi olan mal sahibinde, ehliyet şartları aranmaksızın gerekli olur.

Ancak yukarıdak hadisi şu şekilde değerlendirmek mümkündür: Büluğ çağına gelip zekât yükümlülüğü başladığı halde, yeterli olgunluk kazanamayan kimsenin malını velisi rüşd çağına kadar ona teslim etmeyip kendisi yönetir. Rüşd yaşı da ergenlikten sonra 18-20 yaşına girmek gibi 8-10 yıl kadar devam eden bir süreci ifade eder. İşte bu sürede ergen olup, henüz reşid olmayanın zekâtı velisi eliyle ödenir. Hadiste kastedilen bunlar olmalıdır. Hanefîlerin yaklaşımı bu şekildedir.

b) Nisap miktarı mala sahip olmak. Temel ihtiyaçlardan ve borçtan başka nisap miktarı veya daha fazla bir mala sahip olmak gerekir. Zekât dışı tutulan temel ihtiyaçlar şunlardır: Mesken olarak oturulan ev, evin eşyası, giysiler, binit aracı, mesleği ifa amacıyla kullanılan kütüphane, iş âletleri, üretim için kullanılan fabrika binası, makine, tezgâh vb. aletler, yine kişinin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin bir aylık- daha sağlam görülen başka bir görüşe göre bir yıllık- mutat harcamaları zekâttan muaftır.

Hadislerde mal çeşitlerine göre belirlenen nisap miktarları şöyledir: Altının nisabı yirmi miskal, gümüşün nisabı iki yüz dirhem, koyun ile keçinin nisabı kırk, sığır ile mandanın nisabı otuz, devenin nisabı da beştir. Ebû Hanîfe dışında çoğunluğa göre, tarım ürünlerinden de beş vesk (yaklaşık 653 kg., Kûfeliler’e göre yaklaşık 1 ton) nisap olarak belirlenmiştir. Bu miktarlara ulaşmayan mallar için zekât gerekmez. Nisap miktarları, bu çeşit mallara sahip olanlar bakımından zenginlik sınırını ifade eder. Şah Veliyyullah Dehlevî (ö.1176/1762) zekât nisap miktarlarının Hz. Peygamber döneminde karı, koca, bir çocuk ve hizmetçiden oluşan çekirdek ailenin bir yıllık geçim harcamalarına denk olduğunu belirtir.[7]

Hz. Peygamber Medine döneminde, tarım ürünleri ve hayvanların (mevâşî) zekâtını, düzenli olarak görevlendirdiği “zekât memurları (âmiller)” eliyle toplatmıştır. Nakit para, altın ve gümüşün zekâtını ise, yükümlüler kendileri hesaplayarak getiriyordu. Bu konuda yükümlünün beyanı yeterli görülüyordu.

NAKİT PARA, ALTIN, GÜMÜŞ, TİCARET MALI VE ŞİRKETLERİN ZEKÂTI

Genel olarak nakit para, altın, gümüş ve ticaret malları ile topraktan çıkan ürünlerden zekâtın gerekmesi şu ayete dayanır:

“Ey îman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın.”[8] Bu ayette geçen “kazandıklarınızın temizlerinden infak edin” anlamındaki ifade, fakihlerin çoğunluğu tarafından “ticaret yoluyla elde ettiğiniz kazançtan zekât verin” şeklinde anlaşılmıştır.” Çünkü bu ayet, ticaret mallarının ve tarım ürünlerinin zekâtı ile ilgili olarak inmiştir.[9]

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Deve ve sığırdan zekât vardır, kumaştan da zekât vardır.” [10] Semüre İbn Cündeb (r.a.) şöyle demiştir: “Rasûlüllah ticaret için hazırladığımız mallardan zekât vermemizi bize emrederdi.” [11]

Sanayi kuruluşlarının sermayesini ikiye ayırmak gerekir. a) Sabit sermaye; kapalı alan, makineler, servis aracı, lojman vb. tesis ve ekipmanlar mesleği ifaya yarayan bölüm olup zekâttan muaftır. b) Döner sermaye; kuruluşun nakit para kaynakları, alacak ve borçları, hammadde ve üretilmiş malları döner sermayeyi oluşturur. Burada elde bulunan para kaynakları, hammadde ve üretilmiş malların nakit değerleri hesaplanır, borçlar düşülür, kesin alacaklar eklendikten sonra zekât matrahı ortaya çıkar. Bu değerler toplamı %2,5 tan yıllık zekâta tabidir.

Şirketlerde zekât her ortağın, şirket dışı mal varlığını da dikkate alarak kendisi tarafından verilmesi esastır. Ancak şirket ana sözleşmesiyle veya sonradan alınacak bir kararla, şirket yönetimine zekâtı hesaplayıp ehline verme yetkisi tanınmışsa yönetim kurulunun zekât niyetiyle yapacağı yardımlarla ortakların zekâtı verilmiş olur. Bu durumda, zekât yükümlüsü olan her ortak, şirketle ilgili olan zekâtı vermede, yöneticiye vekâlet vermiş sayılır.

Bir şirketin sabit ve döner sermaye oranları belli olunca, bu rakamın hisse senedi sayısına bölünmesiyle, sabit sermaye kısmı düşülerek, hissenin o yıl zekât matrahı ortaya çıkmış olur.

Sabit sermaye kimi sanayi kuruluşlarında %90’a çıkarken, süper marketlerde %10 hatta %5’lere kadar düşebilir. Böyle bir ortaklığa ait hisse senedinde sabit sermayeyi düşme oranı da düşük olacaktır. Günümüzde hisse senedi değerlerinde bu anlamda bir çalışma yapılması ve zekât yükümlüsünün bu konuda bilgilendirilmesine ihtiyaç vardır.

Şunu da belirtelim ki, hisse senetleri şirketin mal varlığına ve ticaret faaliyetlerine ortaklığı içerdiği için, şirketin üretim ve ticaret faaliyetlerinin meşru olması da gerekir.

HAYVANLARIN VE MADENLERİN ZEKÂTI

Koyun ve keçi türünün nisabı 40, sığır türünün 30 ve develerin nisabı 5’tir. Bunun üzerindekilere belli sayı artışına göre zekât gerekir. Ancak hayvan türlerinin üretici zekâtına tâbi olması için, yılın yarısından çok bir süreyle mübah mera’larda otlaması gerekir, bu çeşit hayvana “sâime” denir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sâime olan koyunların sayısı kırka ulaştığı zaman yüz yirmiye kadar bir koyun verilir. Yüz yirmiyi aşınca, iki yüze kadar iki koyun, iki yüzü aşınca üç yüze kadar üç koyun, üç yüzü aşınca her yüz tane için bir koyun verilir.”[12]

Hayvanları alıp satmak üzere elde bulunduran kimse, ticaret malı zekâtına tabi olup, %2,5 üzerinden zekât vermesi gerekir.

Eriyip kalıba dökülebilen maden türlerinde beşte bir üretici zekâtı gerekir. Bunlar Hanefîlere göre “ganimet hükmünde” olup, ganimetin beşte birinin verileceği yerlere verilir. Delil şu ayettir: “Biliniz ki, ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri Allâh’ın, Rasûlü’nün ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcunundur.”[13] Hadis: “Rikâzda (define ve maden) beşte bir zekât vardır.”[14] “Rikâz”, Allah ya da kulları tarafından toprak altına yerleştirilen maden veya değerli şeylerdir.

TARIM ÜRÜNLERİNİN ZEKÂTI

Öşür arazilerinden elde edilen tarım ürünlerinden zekâtın farz olması Kitap, sünnet ve icmâ delillerine dayanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Hasat edildiği gün, yoksulun hakkını verin.”[15] İbn Abbas, bu ayetteki “hakkahû” sözcüğünün zekât anlamında olarak, öşür (onda bir) veya yarı öşrü (yirmide bir) ifade ettiğini söylemiştir.

“Ey îman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin.”[16] Zekâta “nafaka” denildiği gibi, çeşitli ayetlerde “infak etmek” zekât vermek anlamında kullanılmıştır.[17]

Hz. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: “Yağmur veya kaynak suyu ile sulanan veya kendiliğinden sulak olar yerlerin ürünlerinden onda bir (öşür), hayvan gücü veya taşıma su ile sulanan topraklardan ise yirmide bir zekât gerekir.” [18] “Irmaklar veya yağmur sularının suladığı topraklardan öşür, develer yardımıyla sulanan topraklardan yirmide bir zekât vermek gerekir.”[19]

Tarım ürünlerinden öşür yükümlüsü sayılmak için akıllı olmak veya ergenlik çağına girmiş bulunmak gerekmez. Buna göre, toprağın “öşür arazisi” olması ve topraktan ürün elde edilmesi yeterlidir. Başlangıçta gayrimüslimlere bırakılan haraç arazisi ile İslâm toplumu için alıkonulan “miri araziler” için kira bedeli niteliğindeki haraç veya vergi yeterli oluyordu.

Anadolu ve Rumeli toprakları ilk fethedildiğinde büyük ölçüde “miri arazi” statüsünde iken daha sonra, ekip biçenlere satılarak tapu ile temlik edilmesi veya sahipsiz toprakların izinli veya izinsiz “ihyâ” edilmesi sonucunda geniş topraklar şahısların mülkü haline gelmiştir. “Sırf mük arazi” denilen bu topraklar da öşür arazisi niteliğinde olup zekâta tâbidir.

Ebû Hanîfe’ye göre; tarım ürünlerinin zekâtında nisap aranmaz. Öşür topraktan insan gücü ile ekilip biçilen her çeşit üründen, sebze ve meyvelerden, azından da çoğundan da üretici zekâtı gerekir. Buğday, arpa, pirinç, baklagiller, karpuz, domates, biber, kavun, karpuz, hurma, şeftali, armut, üzüm ve benzeri yaş veya kuru ürünler böyledir. Bunun için bir yıl geçmesi de gerekmez. Yılda çift ürün alana çift öşür gerekir. Dayandığı delil: “Sizin için yerden çıkardıklarımızdan verin.” [20] ayetinin genel anlamıdır.

Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ise, tarım ürünlerinde nisap yaklaşık bir ton (beş vesk) olup, bundan daha az olan ürün çeşitlerinde öşür gerekmez. Ayrıca öşür gerekmesi için, ürünün bir yıl kadar dayanabilecek nitelikte olması gereklidir. Buna göre yaş sebze ve meyve türlerine öşür gerekmez. Ancak günümüzde kurutma, soğuk hava deposunda saklama, şoklama, konserve gibi uygulamalarla yaş sebze ve meyvelerin dayanma süresinin uzatıldığı da dikkate alınmalıdır.

Tarım ürünlerinden öşür verirken yıl içinde yapılan masraflar dikkate alınmaz. Normal yağmur suyu ile yetişen ürünlerde öşür miktarı onda bir iken, insan eliyle sulama yapılan ürünlerde bu miktar yirmide birdir.

Kiraya verilen toprağın öşrü Ebû Hanîfe’ye göre toprak sahibine, çoğunluk fakihlere göre ise kiracıya aittir. Sonraki Hanefî fakihleri bu konuda çoğunluğun görüşü ile fetva vermişlerdir.[21] Ancak bu durumda toprak sahibinin öşrün verilmesini sağlayacak önlemleri alması gerekir.

Dipnotlar:

[1] Bakara, 2/43. [2] Tevbe, 9/103. [3] En’âm, 6/141. [4] Buhârî, Îman, 1, 2; Müslim, Îman, 19-22; Tirmizî, Îman, 3; Nesâî, Îman, 13. [5] Buhârî, Zekât, 1; Ebû Dâvûd, Zekât, 5. [6] Tirmizî, Zekât, 15; Mâlik, Muvatta’, Zekât, 12. Bu hadis zayıf olup Tirmizî ile Beyhakî, Amr b. Şuayb’dan babası ve dedesi yolu ile rivayet etmiştir. bk. Zeylaî, Nasbu’r-Râye, II, 331 vd. [7] Dehlevî, Huccetullahi’l-Bâliga, Beyrut 1990, II, 110-114, Terc. M. Erdoğan, II, 131-135; Kardâvî, age, II, 157. [8] Bakara, 2/267. [9] İbn Kesîr, Muhtasar Tefsir, I, 240. [10] Kâsânî, age, II, 20, 21; Şirbinî, age, I, 397; İbn Kudâme, age, III, 30. [11] İbnü’l-Hümâm, age, I, 526, Ebû Dâvûd’dan naklen. bk. Tirmizî, II, 357. [12] Ebû Dâvûd, Zekât, 5; Mâlik, Muvatta’, Zekât, 23; Dârimî, Zekât, 4; A. İbn Hanbel, I, 12. [13] Enfâl, 8/41. [14] Buhârî, Müsâkât, 3, Zekât, 66; Ebû Dâvûd, İmâre, 40; Müslim, Hudûd, 45, 46. [15] En’âm, 6/31. [16] Bakara, 2/267. [17] bk. Tevbe, 9/34. [18] Buhârî, Zekât, 55; Müslim, Zekât, 8; Ebû Dâvûd, Zekât, 5, 12; Tirmizî, Zekât, 14; Nesâî, Zekât, 25. [19] Tirmizî, Zekât, 14; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 139. [20] Bakara, 2/267. [21] Kâsânî, Bedâyi’, II, 56; İbn Kudâme, Muğnî, II, 728.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delillesiyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ZEKAT NEDİR?

Zekat Nedir?

ZEKÂT İLE İLGİLİ BİLGİLER

Zekât ile İlgili Bilgiler

ZEKAT İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Zekat İle İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.