Zikir Fikir ve Tefekkürle 'nefis Terbiyesi'
Bir mü’minin nefsinin yedi sıfatında terakkî edebilmesi için vücûdunun müştemil bulunduğu letâif-i seb’a denilen letâifin de zikir, fikir ve tefekkürle tasfiye ve terbiye görmesi lâzımdır. O yedi sıfat da: Kalb, rûh, sır, hafî, ahfâ, nefs ve ceseddir.
Bunlardan ilk beşi yani kalb, rûh, sır, hafî, ahfâ âlem-i emrdendir. Nefs ile cesedin ihtivâ ettiği anâsır-ı erbaa -ki ateş, havâ su ve toprak da âlem-i halktandır. Âlem-i emrden olan letâif, rûhânî ve nûrânî, âlem-i halktan alan letâif ise cismânî ve zulmânîdir. İnsanı diğer canlılardan ayıran fark ise âlem-i emrden olan rûhânî ve nûrânî letâif-i hamsedir (kalb, rûh, sır, hafî, ahfâ). Kalbde yakîn nûru parlamaya başlayınca âlem-i dünya fânî ve kıymetsiz görünür. Çünkü kalb, mârifetullah nûrunun parlayacağı yegâne mahaldir ki, îmân güneşi o burçtan doğar. Bütün ilâhî sırlar orada gizlidir. Kalbde o hakîkî lâhutî güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellînin nurlu eserleri insanın bütün âzâlarında zâhir olur. O zaman kulluk vazîfelerini derin ve derûnî bir zevk ve neş’e içinde seve seve îfâ eder.
Kalbin salâhının cesede sirâyetini Buharî’deki şu hadîs-i şerîf îzah etmektedir:
“Dikkat ediniz! İnsanın cesedinde bir et parçası vardır ki o et parçası sâlih oldukça bütün vücûddaki âzâlar sağlam olur. Eğer o fâsid olursa bütün cesed bozulur. O et parçası kalbdir.”
İşte kalbin sağlam olması ile saâdetler elde edilmiş olur. Allah için sevişmek duygusu kalbde başlar. Mü’minlerle birleşme, anlaşıp kaynaşma husûle gelerek matlûb olan gâyeye kolaylıkla varabiliriz. Böyle din kardeşleri birbirlerine candan yardım ederler? Halbuki fertler arasında fikir ayrılığı zuhûr ederse aksi netîceler, tefrikalar, hazin âkıbetler husûle gelir. Şu âyet-i kerîmeler de tefrikadan sakınıp dağılmayarak birleşmeyi uhuvvet ve muhabbetin takviyesini emir buyuruyor.
AKŞAM DÜŞMAN SABAH KARDEŞ OLDUNUZ
“Ey mü’minler! Lâyık olduğu üzere Cenâb-ı Allah’tan korkun, ölüm size geldiğinde ancak islâm olduğunuz halde ölün. Allâh’ın dînine ve ahkâmını beyân eden Kur’ân-ı Kerîm’e topluca yapışın, dağılmayın. Ey mü’minler Cenâb-ı Allâh’ın sizin üzerinize ihsân buyurduğu nîmetini hatırlayın ki, o zamanda siz birbirinizle düşmandınız. Allah Teâlâ îmân nûruyla kalblerinizi telif etti de akşam birbirinize düşman iken sabah kardeş oldunuz.” (Âl-i İmrân Sûresi, 102-103)
İşte bu âyet-i celîlenin tefsîrinde buyurulduğu üzere Evs ve Hazrec kabîleleri bir ana ve babanın evlâdından oldukları halde uzun zaman sonra çoğaldıklarında aralarında buğz ve adâvet artıp böylece kanlı muhârebeler olmuştur. Cenâb-ı Hakk, islâm nuruyla aralarındaki buğz ve adâveti muhabbete tebdîl buyurdu.
“Ey mü’minler! Dînin hakk olduğuna dâir kendilerine açık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılan ve ihtilâfa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için pek büyük azab vardır.” (Âl-i İmrân Sûresi, 105)
“Allâh’a ve O’nun peygamberinin emirlerine itaat edin de aranızda ihtilâf etmeyin ki, sonra korku ile zaafa düşersiniz, kuvvetiniz gider. Bir de sabır ve sebât edin; çünkü Cenâb-ı Allah sabredenler ile beraberdir.” (Enfâl Sûresi, 46)
Kaynak: M. Sâmi Ramazanoğlu , Musahabe-6, Erkam Yayınları
YORUMLAR