Zirve İnsanlar
İnsanlık âleminde güzel ahlâkın; nezâket, letâfet ve zarâfetin zirvesi, şüphesiz ki Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Bütün fazîletler ve güzellikler, O’nun emsalsiz örnek şahsiyetinde mevcuttur. O’nun gönül âlemi; nâdide, latîf, zarif çiçekler ve mis kokulu güllerle bezenmiş bir gülistan gibidir. Peygamber vârisi Hak dostları da, o gülistan üzerinden süzülüp gelen bir rahmet esintisi mesâbesindedirler.
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sini büyük bir titizlikle hayatlarına tatbik eden Allah dostlarının gönül âlemleri, dâimâ nebevî ahlâkın nûrundan pırıltılar aksettiren mücellâ bir ayna durumundadır. Zira Allah dostlarının serveri, efendisi, baş tâcı ve sultânı, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir.
Fenâ fi’r-Rasûl makâmına ulaşarak, yani Rasûlullah muhabbetinde fânî olarak, gerçek huzur ve saâdeti tadan Hak dostları, tıpkı Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz gibi, kendi nefislerinden, hevâ ve heveslerinden konuşmazlar. Onlar bir ney misâli, iç âlemlerini Hak’tan uzaklaştıran her şeyden arındırmış olduklarından, onlardan duyulan bütün irşad sadâları, ahlâkıyla ahlâklandıkları enbiyânın feyizli nefesinden bir hisse taşır. Zira hadîs-i kudsîde bildirildiği üzere;
“...Cenâb-ı Hak onların işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olmuştur.” (Bkz. Buhârî, Rikāk, 38; Heysemî, II, 248)
İLMİN HAKİKATİNDE DERİNLEŞEN VE ONUNLA AMEL EDEN KİŞİLER
Büyük İslâm âlimlerinden İbnü’l-Cevzî, bir kitabına şu ifâdelerle başlar:
“Evliyâullah ve sâlih insanlar… Şu kâinâtın yaratılmasından asıl maksat, işte onlardır. Ve yine onlar, ilmin hakîkatinde derinleşen ve onunla amel eden kişilerdir.”[1]
Hak dostları, içinde bulundukları her muhit için rahmet, mağfiret ve bereket vesîlesidirler. Toplumun bütün kesimlerine açılan bir şefkat ve muhabbet kucağıdırlar. Ayrıca onlar, îmân ehli için bir mıknatıs gibi câzibe merkezidirler. Zira Cenâb-ı Hak, kendi ahlâkıyla ahlâklanmış olan bu sâlih kullarını sevmiş ve nasipli kullarına sevdirmiştir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“Îmân edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 96)
ZİRVE ŞAHSİYETLER
İnsanlar, tarih boyunca hep bu zirve şahsiyetlerin etrâfında toplanmışlardır. Düşünmek îcâb eder ki bu şahıslar, insanlara servet dağıtmamışlar, dünyevî herhangi bir şey vermemişlerdir. Fakat onlar, insanların ruhlarına huzur tevzî etmişler, onların mânevî açlığını gidermişlerdir. Bu sebeple onlar, fânî hayatlarından sonra da insanlığın kalbinde yaşamaya devam etmektedirler.
Öte yandan Cenâb-ı Hak, sevip sevdirdiği velî kullarına, hâllerine göre muhtelif tecellîler bahşetmiştir. Bu meyanda kimini Şâh-ı Nakşibend eyleyip mânevî tasarruf ve mârifetullah’ta eşsiz bir himmet deryâsı kılmış; kimini Mecnun gibi aşk çöllerinde dolaştırmış; kimini hayret vadilerinde gezdirmiş; kimini azamet-i ilâhiyye tecellîleri karşısında dilsiz eyleyerek sükûtun münzevîliği içinde gizlemiş, kimini Yûnus Emre gibi aşk bülbülü kılmış, kimini de Hazret-i Mevlânâ gibi dilinden hikmetler fışkıran bir mânâ ummânı eylemiştir. Bu zevât-ı kirâm içerisinde öyleleri de vardır ki onlar, bütün bu vasıfları kendilerinde cem ettiklerinden, bî-sıfattırlar. Bu sebeple de îzahtan vârestedirler.
[1] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, Kâhire 1421, I, 17.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları