Zıtlık Ne Kadar Net İse İdrak O Kadar Berrak
Zıtlık (kontras) ne kadar net ise, idrak de o kadar berraktır. Siyah bir tahtanın üzerine biri beyaz, diğeri gri, iki iplik konsa; zeminle tezatı tam olan beyaz daha net görülür. Karda yürüyen beyaz tavşanı ise en keskin gözler bile görmeyebilir.
Mesnevî'de şöyle anlatılır: “Ey insan, dünyâdan birbirine zıd iki ses gelir. Acaba senin kalbin hangisini almaya istîdâtlı?..”
“O seslerden biri Allâh’a yaklaşanların hâli, diğeri ise aldananların hâlidir.” (c.4, 1622-1623)
“Bu seslerden birini kabul ettin mi, öbürünü duymazsın bile!..”
“Çünkü seven bir kimse, sevdiğinin zıddı olan şeylere karşı adetâ kör ve sağır olur.” (c.4, 1626)
“Ey sâlik; aynadaki son nakşa bak! Bir güzelin ihtiyarlığındaki çirkinliğini ve bir binânın harâbe hâline geleceğini düşün de aynadaki yalana aldanma!..” (c.4, 1628)
Hazret-i Mevlânâ, bu âlemin zıtlık üzerine kâim olduğunu, yukarıdaki beyitlerinde çeşitli misaller zikrederek anlatmaktadır. Bunun sebebi, Cenâb-ı Hak’ın “câmiu’l-ezdâd”, yani zıt sıfatlara sahip bulunmasıdır. Yukarıda izah edildiği üzere, sıfat tecellîleriyle var olan âlemimizde de bu zıtlık asıldır. Bertaraf edilemez. Esâsen insan beyni, zıddı olmayan şeyi kavrayamaz. O sûretle şartlandırılmıştır. İnsan ve kâinât, cemâlî ve celâlî tecellilerin ma’kesi ve zıtlığın sergisi hâlindedir. Zîrâ İslâm nazarında mes’ul olan şahsın idrâki, ancak zıddı kavrayabildiği kadardır.
BU ZITLIK KIYAMETE KADAR DEVAM EDECEK
İslâm tesis ettiği sistemin ve getirdiği dünya görüşünün izâhını yaparken bu realiteyi dikkate alır. İzahlarını zıtlar üzerine bina eder. Hayrı-şer, cennet-cehennem, hayat-ölüm gibi…
Bu zıtlar arasında, hem insan şahsiyetinde ve hem de kâinâtta bir galebe ve aynı zamanda birbirini bertaraf etme mücâdelesi mevcuttur. İnsanın iç dünyasındaki fücur ve takva mücadelesi gibi… Bu mücâdelelerde birinin diğerini yok etmesi muhâldir. Çünkü birbirine zıd olan her şey, aslı kâinâtın hâlıkında olan bir sıfatın âlemimize in’ikâsıdır. Allâh’ın sıfatları da ebedî olduğundan bu zıtlık, kıyâmete kadar devam edecektir.
İnsana yakışan, kendi şahsında da hâricî âlemde de hak ile hayrın, bâtıl ve şerre galebesini temin etmeye çalışmaktır. Bunun için hak ve hayra kulak vermek, şer ve bâtıldan yüz çevirmek lâzımdır. Bunu yapanlar saadete ererler ki, dinin gâyesi de insan denilen her ferdi, bu zafere ulaştırmaktır. Nitekim âyet-i kerîmede: “Nefsini (maddî ve mânevî kirlerden) temizleyen kurtuluşa erdi. Onu günahlarla örten ise helâk oldu.” (eş-Şems, 9-10) buyrulmaktadır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları