Zor Gün; Yarın
Efendim; tabi bu son nefes bayramı yine bitmiyor. Bir de kıyâmet var.
Cenâb-ı Hak:
لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
(“Kıyamet gününe yemin ederim. Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim (diriltilip hesaba çekileceksiniz).” [el-Kıyâme, 1-2]) buyuruyor. Çok zor gün. Bu zor günde bayram sevinci. O kadar şiddetli… O bayram, zor günde…
Cenâb-ı Hak.
“Ey îmân edenler! Allahʼtan korkun, herkes yarına ne hazırladığına baksın…” (el-Haşr, 18)
“Yarın” diyor Cenâb-ı Hak. Bir sonsuza gideceğiz. “Yarın” diyor. Demek ki ne hazırlıkla gidebileceğiz?
Yani önümüzde bizleri bekleyen korkunç hâdiseler var: Bir mezar hayatı var. Kıyamet, büyük infilâk var.
Kişiyi ne kurtaracak? Yalnız sâlih ameller kurtaracak. Onun için en büyük kerâmet; “istikâmet”tir, buyruluyor.
Cenâb-ı Hak uyandırıyor:
وَالْعَصْرِ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ
“Zamana yemin olsun ki insan hüsrandadır (zarardadır, ziyandadır.)” (el-Asr, 1-2)
İstersen dünya senin olsun. İstersen dünyanın en güçlü insanı ol. Zarardasın, ziyandasın. Ne kurtulacak?
اِلَّا الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
(“Bundan ancak iman edip sâlih ameller işleyenler müstesnâdır...” [el-Asr, 3])
Îman kalpte yerleşecek. Îman bir rahmet tevzî edecek. Îman Cenâb-ı Hakkʼa yaklaştıracak. Cenâb-ı Hakkʼa dost edecek. Ve amel-i sâlihler olacak.
وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ
(“...Ve hakkı tavsiye edenler müstesnâdır...” [el-Asr, 3])
Kul, en çok Cenâb-ı Hakkʼın hakkına dikkat edecek. Bize hidâyet veren Cenâb-ı Hak.
Peygamberimizʼin hakkına dikkat edecek. Sünnet-i Seniyye ile yaşamamız…
Cenâb-ı Hak 124 bin peygamber içinde en büyük Peygamberʼe ümmet kıldı.
Bir müʼmin olabilmenin, bir müʼmin kardeşliğinin hakkı…
Ondan sonra:
وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
(“...Ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır...” [el-Asr, 3])
Dâimâ müʼmin; bu imtihan dünyasında elemler olacak, kederler olacak, hastalıklar olacak, vesâire olacak; bunlar idealize edilecek. Neyle? Sabırla, tevekkülle, teslimiyetle… “Benim için bu hayırdır.” diyecek kul.
O kıyamet zor. Cenâb-ı Hak:
اِقْرَاْ كِتَابَكَ
buyuruyor. “Kitabını oku...” (el-İsrâ, 14)
Kirâmen Kâtibînʼin yazdıklarını oku bugün! Ekranlar inecek.
كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا
“…Bugün sana hesap sorucu olacak kendi nefsin yeter.” (el-İsrâ, 14) denilecek.
Kimse sana hesap sormayacak, kendi nefsin soracak. Nasıl soracak? Yine âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:
“Nihayet oraya geldikleri vakit kulakları…” (Fussilet, 20)
Allah bu kulağı niye verdi, nerede kullandın?
“…Gözleri…” (Fussilet, 20)
Bu gözü niye verdi sana, nerede kullandın?
“…Derileri…” (Fussilet, 20)
Bu vücut niye verildi sana, bu vücudu nerede kullandın?
“…İşledikleri şeye karşı onların aleyhine şâhitlik edecek bunlar.” (Fussilet, 20)
Göz, kulak, beden şâhitlik edecek.
Yeryüzü de:
يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا
(“İşte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır.” [ez-Zilzâl, 4-5])
Yeryüzü şâhitlik edecek. Velhâsıl kendimiz, kendimizin şâhidi olacağız orada.
Velhâsıl işte bu kıyâmet, oraya hazırlanmak… Orada bir, zor bir gün kıyâmet. Orada zor günde bir bayram yaşanacak. Kimler bu bayramı yaşayacak?
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“…Onlar, korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (el-Bakara 62, 277) buyruluyor. Kimler onlar? Bu dünyada Cenâb-ı Hakʼla dost olanlar.
Bunlar için de Arşʼın altında (gölgelenecek kimselerle ilgili) yedi madde var. Bunlardan biri de; “Allah için kardeş olanlar”. Bugün de bu çok mühim. Mazlumların yarasını sarabilmek. Mazlumların gözyaşını silebilmek.
O kıyâmet “yevmüʼl-fasl” bir “ayrılma günü” olacak. Orada baba, evlât vesâire, eğer istikâmetler ayrı ise, birbirlerinden ayrılacaklar. Dünyadaki o beraberlik bitecek, Cenâb-ı Hak o cennet ehline:
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
(“Onlara merhametli Rabb'in söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58]) buyuracak.
O öbür taraftaki olanlara da:
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
(“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” [Yâsîn, 59]) “Mücrimler, ayrılın!” diyecekler. “Siz Cehennem yoluna doğru ayrılın!” diyecekler.
Onun için kardeşler! Evlâtlarımız çok mühim. Onlardan kıyamet günü ayrılmayalım. Eğer bugün, onları seviyorsak, onlara merhamet ediyorsak… En merhametli ana-baba; yavrusuna bir kıyâmet istikbâli, bir âhiret mirası bırakan bir anne-babadır. Yarın mezarımız tenha kalmasın.
Elhamdülillah, bugün Kur'ân Kurslarımız, İmam Hatiplerimiz, vesâiremiz, bunlar, elhamdülillah, Cenâb-ı Hakkʼın üzerimize lûtfettiği büyük lûtuflar. Bir mazeret yok artık.
Cenâb-ı Hak:
ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
“…O gün verdiğimiz nîmetlerden mutlaka sorulacaksınız!” (et-Tekâsür, 8) buyuruyor.
Çok imkânsız zaman ve günlerden gelindi. Bugün bütün imkânların açıldığı bir gün. Onun için yavrularımız, Allâhʼın en büyük, bizlere en mühim, kıymetli emaneti. Bizim devam eden parçalarımız, emanetler…
Tâ kreşlerden başlayarak, ilk dörtler, hafızlık, Kur'ân Kursları, İmam Hatipler, İlâhiyatlar vesâire, hem okutacağız, hem de takip edeceğiz. Bilgi de kâfi değil, takvâ olmazsa bilginin de şeyi yok. Yavrularımızı takvâlı olarak yetiştireceğiz.
Üçüncü, ondan sonra bir bayram var: O da Efendimizʼin şefaat bayramı. Şefaat-i uzmâ, o büyük şefaate nâil olabilmek.
İşte O:
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ :“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyuruyor. (Buhârî, Edeb, 96)
Allah Rasûlüʼne ne kadar benziyoruz? İşte sahâbe hep Oʼna benzemeye çalıştı. Onun için hayat bir Ramazan hâlinde geçti. Bir riyâzat hâli yaşandı. Aşırı tüketim, oburluk, lüks, gösteriş; sahâbe neslinin tanımadığı bir hayat tarzıydı. Yarın bu nefsin konağının mezar olacağı telâkkîsi içinde oldular. Bir tefekkür gelişti. Bir insanın yok kadar bir varlıktan, bir kuşun ufacık bir yumurtadan, bir ağacın ufacık bir çekirdeğin içinden… Uzun uzun tefekkür başladı, ilâhî azamet tecellîleri karşısında… Nefsânî tefekkür bitti, rûhânî tefekkür başladı…
Ondan sonra bir Cennet daha var: O da “Ruʼyetullah Cenneti”. İki Cennet: Cennetân” buyruluyor (Bkz. er-Rahmân, 46); o da Ruʼyetullah Cenneti, o da ilâhî tecellîler. O da dehşetli bir lezzet, dehşetli bir zevk. Cenâb-ı Hakkʼın birçok tecellîlerine mazhar olunduğu, büyük bir nîmet olan, büyük bir Cennet.
İşte peygamberlerin bulunduğu, sâlihlerin olduğu, Ruʼyetullah Cenneti.
Tabi bu Cennetʼe nâil olanlar da büyük imtihanlardan geçirilenler. Başta peygamberler, evliyâullah vesâire olmuş oluyor.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak bizden “râdıyye, merdıyye, kâmile” istiyor. Değişen şartlarda Allahʼtan râzı olmak, bizim rızâmız neticesinde Allâhʼın da bizden râzı olması. Bu şekilde Cenâb-ı Hakkʼa güzel bir kul olarak âhirete intikâl edip son nefesi verebilmek…
Bursevî Hazretleriʼnin güzel bir ifâdesi var. Gafletimizi bertaraf etmemizi arzu ediyor. Şu misalle bertaraf etmemizi arzu ediyor:
Bak diyor, iyi düşün diyor, tefekkür et diyor. Bir kemik parçası olan kulağa işittiren kim diyor, sana diyor. Bu kemik parçalarıyla, ince, sen duyuyorsun diyor. Bunu düşün diyor… Kim verdi diyor. Yağdan oluşan bir göz yuvarlağından her şeyi görüyorsun diyor. Yağdan müteşekkil bir yuvarlaktan her şeyi görüyorsun diyor. Her şeyin resmini çekiyorsun diyor. Hepsini hâfızaya atıyorsun diyor.
Bir et parçası olan dili konuşturan kim, diyor. Bir et parçası, bir et dönüyor, sen istediğin ifadelerde bulunuyorsun, diyor.
Bitkiler, meyve ve taneleriyle, hayvanlar derileriyle, yağlarıyla, yeryüzünü ağaçlar ve nehirleriyle, gökyüzünü yıldızlarıyla senin için ışıklandıran, donatan kim, diyor. Bunu bir tefekkür et, diyor.
Geceyi insanlara tahsis eden kim, diyor, dinlenmesi için, diyor. Gündüzleri sayısız nîmetleriyle dilediği kadarını lûtfeden Allâhʼın şânı ne yücedir, diyor. Sen Oʼna lâyıkıyla kulluk edemediğin hâlde, O sanki senden başka kul yokmuş gibi seni terbiye edip beslemektedir devamlı. Sen ise kullukta sanki Oʼndan başka sığınak, barınak, dayanak varmış gibi davranmaktasın, diyor. Bu ne dehşetli bir gaflettir, buyuruyor. (Bkz. Rûhu’l-Beyân Kur’ân Meâli ve Tefsiri, c. 1, s. 94-95, Erkam Yayınları)
Yine ayrı bir, bu ihtirâsın felâketini belirtmek için; bir Hak dostu diyor ki:
Bak diyor, iyi düşün, şu kâinat manzarasını seyret diyor.
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) diyor.
Şu kâinâtı oku, diyor. Şimdiye kadar hiçbir kuş, komşusundan daha güzel (ve çok) sayıda yuva yapmaya uğraşmadı, diyor. Hiçbir tilki, saklanacak tek bir deliği olduğu için üzülmedi. Hiçbir sincap, bir yerine iki kış yetecek kadar ceviz toplayıp saklayamadığı için endişeden ölmedi. Hiçbir köpek, yaşlılık yılları için birikmiş kemiği olmadığı için uykusuz geceler geçirmedi. Bunlar sana hep ibret sahneleri, ibret levhaları, buyuruyor.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyuruyor. Çok mühim Hazret-i Aliʼnin tâlimâtı, -radıyallâhu anh-:
“Sâlih ve sâdık insanlarla beraber olun ki onlarla oturup kalkın ki onların karakteri ve şahsiyeti sizlere intikal etsin. Onlar, insanlar hayattayken sizleri özlesinler, vefât ettiğiniz zaman da sizlere hasret duysunlar.”
Evliyâullâhʼın durumu… Şu gök kubbede hoş bir sadâ bırakarak gidebilmek…
Tekrar okuyorum Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-ʼın öğüdünü:
“Sâlih ve sâdık insanlarla beraber olun, onlarla oturup kalkın ki, onların karakter ve şahsiyeti sizlere intikal etsin. Onlar, hayattayken sizleri özlesinler, vefât ettiğinizde sizlere hasret duysunlar.”
Yani arkanızdan, şu fânî gök kubbede hoş bir sadâ bırakın.
Burada bir âyet-i kerîme var, o çok mühim, Rûm Sûresiʼnde. Yine Cenâb-ı Hak burada bir azamet tecellîsini bizlere bildiriyor. Evlilik bizleri derin bir tefekküre sevk ediyor. Milyonlarca kişi içinden iki kişinin kaderi birleşecek. Yedi buçuk milyar insanın içinden iki kişinin kaderleri birleşecek. Bir hayat arkadaşlığı başlayacak. Doğdukları, büyüdükleri baba evinden, kurdukları yuva kendilerine daha sıcak gelecek.
Âyet-i kerîmede buyuruyor:
“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de Oʼnun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (er-Rûm, 21)
Üç hususiyet bildiriyor, huzurlu âile için:
لِتَسْكُنُوا : Bu öyle bir âile olacak ki takvâ hâlinde yaşanan bir âile yuvası. Bu “لِتَسْكُنُوا” bir huzur verecek. Ve bu âiledeki huzur, hayatın her safhasına intikal edecek. لِتَسْكُنُوا…
İkincisi,
مَوَدَّةً : Sevgi ve muhabbet olacak. Süflî muhabbetlerden müʼmin kurtulacak, ulvî muhabbetlere doğru, bu muhabbet bir basamak olmuş olacak.
Üçüncüsü;
رَحْمَةً : Birbirlerine baston olacaklar, rahmet olacaklar. Bilhassa ihtiyarlıkta. Yaşlandıkça birbirlerine karşı büyük bir destek olacaklar.
Yine evde üç tane temel bir “saadet şartı” bildiriyor:
Biri, muhabbet.
Muhabbeti “el-Vedûd” Cenâb-ı Hak, muhabbeti veren Cenâb-ı Hak. Cenâb-ı Hakkʼın rızâsı üzere yaşanan bir evlilikte dâimâ muhabbetler artar ve bu muhabbet karı-kocayı Allah yolunda sâlih amellere, Allâhʼa yakınlığa teşvik eder.
İkincisi; sadâkat.
Bu da bir imtihan. Zor zamanlarda tarafların fedakârlığı olacak. Efendimiz, Hatice Vâlidemizʼin vefat ettiği seneye “hüzün senesi” dedi. Nasıl bir sadâkat!..
Karşılıklı saygı olacak.
Samimiyet olacak, lâubâlîlik olmayacak. Vakar olacak, kibir olmayacak. Tevâzu olacak, zillet olmayacak. Evlilikte hudutlar iyi korunacak.
Sabır olacak.
Tarafların zor zamanları olur. Bu taraflar, zor zamanlar karşısında birbirine karşı sabırlı olacaklar. Arada münâkaşa olmayacak. Olursa bile çocukların yanında olmayacak.
Mesûliyet olacak, bu beşinci şart, beşincisi mesuliyet.
Taraflar birbirlerine vazifelerini ihmal etmeyecekler. İki tarafın anne-babaları aynı hâle gelecek. Bilhassa emânet olan yavrularını, hayır-hasenat içinde teçhiz edecekler.
Cenâb-ı Hak kısaca, -inşâallah-, bizlere böyle bir yavrularımıza bir evlilik hayatı nasip eylesin -inşâallah-.
İnsanın bu mesut âile yuvası, Âdem -aleyhisselâm-ʼla Havvâ Vâlidemiz arasında Cennetʼte başladı. Bunun için -inşâallah- cümlemizin yavrularını, cümlemizin âile yuvalarını takvâ hayatıyla bir Cennet hazırlığı hâlinde olmasını Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin!
Duâmızın kabûlü niyâzıyla; Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..
YORUMLAR