Zor Şartlarda ve Sıkıntı Zamanlarda Dervişlik

Hizmet

Rahat bir ortamda, sıkıntı ve zorluklara katlanmadan herkes hizmet edebilir. Peki ya zor şartlarda, sıkıntı ve cefanın devleştiği dakikalarda, sabrı muhafaza ederek hizmet edebilir misin?

Hizmette ulaşılması güç mertebelerden biri de Hak dostu Mâruf-i Kerhî Hazretleri’nin şu kıssasında müşâhede edilmektedir:

Yaşlı ve muzdarip bir hasta, Mâruf-i Kerhî Hazretleri’ne misafir olmuştu. Adamcağız bîçâreydi; saçı dökülmüş, yüzünün rengi uçmuştu; canı, vücûdunu bir çengel gibi pârelemekteydi. Mâruf-i Kerhî Hazretleri, bir yatak serdi ve hastanın istirahatini temin etti.

Hasta, ızdırabının şiddetiyle inim inim inliyor ve feryâd ü figân ediyordu. Gece sabaha kadar kendisi bir nefes uyumadığı gibi feryadlarıyla hâne halkından da hiç kimseyi uyutmuyordu. Üstelik gittikçe huysuzlaştı ve ev halkına sitemler yağ­dırıp onları rahatsız etmeye başladı. Nihâyet onun bu sert tabiatine ve kötü davranı­şına tahammül edemeyen evdekiler, birer-ikişer başka yerlere kaçtılar. Evde, hasta ile Mâruf-i Kerhî ve hanımından başka kimse kalmadı.

BU NASIL DERVİŞ?

Mâruf-i Kerhî, geceleri de uyumuyor; bu huysuz hastanın ihtiyaçlarını görmek, ona hizmet edebilmek için çırpınıp duruyordu. Ancak bir gün uykusuz­luğu had safhaya ulaşınca gayr-i ihtiyârî uykuya daldı. Onun uyuduğunu gören gâ­fil hasta da, kendisine şefkat ve merhametle kucak açan bu sâlih zâta teşekkür edeceği yerde sitem ediyor ve kendi kendine:

“–Bu nasıl derviş böyle!.. Zaten bu gibilerin zâhirde adları-sanları var; ha­kîkatte ise riyâcıdırlar. Her işleri gösteriştir. Bunların dışları temiz ama, içleri kirli­dir. Başkalarına takvâyı emrederler, kendileri yap­mazlar. Bu yüzden şu adam da benim hâlimi düşünmeden uyuyor. Kendi karnını doyurup uykuya dalmış kimse, sabaha kadar gözlerini yummayan biçâre hastanın hâlinden ne bilir!..” diye söyle­niyordu.

Mâruf-i Kerhî ise, işittiği bu acı sözlere karşı da sabır ve kerem gösterdi. Duymazdan geldi. Lâkin sabrı taşan hanımı daha fazla dayanamadı ve Mâ­ruf-i Kerhî’ye ses­sizce şunları söyledi:

“–Şu huysuzun neler söylediğini duydunuz. Artık onu bu evde barındıra­mayız. Bize daha fazla ağırlık vermesine ve size cefâ etmesine müsâade etmeyelim. Söyleyin buradan gitsin de başka yerde başının çâresi­ne baksın. İyilik, kıymet bilene yapılır. Nankör­lere iyilik yapmak, kötülüktür. Onları daha da azdırır. Alçak kimsenin başı altına yastık konulmaz. Böyle zâlim kimselerin başları taş üstünde gerektir.”

Hanımının bu sözlerini sükûnetle dinleyen Mâruf-i Kerhî Hazretleri, mütebessim bir şekilde şöyle buyurdu:

“–Ey hanım! Onun söylediği sözler seni niye incitir ki?.. Bağırmış ise bana bağırmış; terbiyesizlik yapmış ise bana yapmıştır. Onun nâhoş görünen söz­leri, bana hep hoş gelir. Görüyorsun ki, o dâimî bir ızdırap içindedir. Baksana; zavallı bir nefes bile uyuyamıyor!.. Hem bilesin ki asıl hüner, asıl şefkat ve mer­hamet, böyle kim­selerin cefâsına katlanabilmektir...”

Bu kıssayı nakleden Şeyh Sâdî de, şu nasîhatlerde bulunur:

“Hizmetteki fazîlet, kendini güçlü-kuvvetli ve sıhhatte gördüğün zaman, şükrâne olmak üzere zayıfların yükünü çekmektir.”

“Muhabbetle dolan kalb, affedici olur. Eğer sen, yalnız kuru bir sûretten ibâret olursan, öldüğün zaman cismin gibi isminle de ölürsün. Eğer kerem sâhibi ve ehl-i hizmet olursan, ömrün, cese­dinden sonra da fedâkârlığın ve gönüllere girdiğin kadarıyla devam eder. Görmez misin ki, Kerh’te birçok türbe var. Fakat Mâruf-i Kerhî’nin türbesinden daha mâruf ve ziyâretçisi bol olanı yoktur.”

Ehlullâh ne güzel söylemiş:

“Tasavvuf, yâr olup bâr olmamaktır.” Yâni herkesin yükünü çekmek ve buna rağmen kimseye yük olma­maktır.

 Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Vakıf İnfak Hizmet