Zuhruf Suresi 31. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kuran Meali ve Tefsiri

Zuhruf Suresi 31. ayeti ne anlatıyor? Zuhruf Suresi 31. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Zuhruf Suresi 31. Ayetinin Arapçası:

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظ۪يمٍ

Zuhruf Suresi 31. Ayetinin Meali (Anlamı):

Bir de dediler ki: “Bu Kur’an şu iki şehirden önde gelen büyük bir adama indirilmeli değil miydi?”

Zuhruf Suresi 31. Ayetinin Tefsiri:

Esasen Kur’an, müşriklere göre de şerefli bir kitaptı. Allah’ın gönülleri büyüleyen mûcizevî bir kelamıydı. Açıkça söylemeseler de içlerinde bu kanaat vardı. Zaman zaman da bu kanaatleri su üzerine vuruyordu. İşte burada haber verilen bir hakikat de budur. Çünkü onlar Kur’an’ın indirilmesine değil, Mekke’nin ve Taif’in zengin kodamanları varken, Muhammed (s.a.s.) gibi bir fakire indirilmesine, böyle büyük bir şerefin ona layık görülmesine itiraz ediyorlardı. Nitekim Velîd bin Muğîre şöyle demişti:

“−Kureyş’in büyüğü ve efendisi olan ben, yahut Sakîf’in ulusu Amr b. Umeyr dururken, Kur’ân Muhammed’e mi inecek?!..” (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 385)

Halbuki kulların Hak katındaki kıymeti, ne zenginlikle ne de soylulukladır; ancak Allah’a derin bir saygı, korku ve emirlerine tam bir teslimiyetledir. Kaldı ki, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) soy yönüyle de onların en şereflisi idi. Sadece ana ve babadan yetim kalmıştı ve zengin de değildi.

Müşriklerin yanılgısı şu noktada düğümlenmektedir. Onlar âhirete inanmayıp bütün hayatı dünyadan, dünya zevk ve eğlencesinden ibaret görüyorlardı. Onlar için en mühim değer ölçüsü para, mal, mülk ve diğer maddi imkânlardı. İnsan bunları ne kadar elde eder, biriktirir, yer, içer, eğlenirse; nefsin o doymaz hazlarını ne kadar teskin ve tatmin edebilirse o kadar avantajlı, o kadar akıllı ve üstündür. İşte bu anlayış, İslâm’ın getirdiği hayat anlayışıyla taban tabana zıttır. Üstelik dünyada rızıkları ve maişetleri; akıl, zeka ve istidatları; maddi ve mânevî tüm nimet ve imkânları taksim eden insanlar değil kesinlikle Allah Teâlâ’dır. Kime ne vereceğini ve ne kadar vereceğini takdir eden sadece O’dur. Bunu yaparken de hiç kimseye danışma ve sorma mecburiyeti de, âdeti de yoktur. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:

“Allah nasıl rızıklarınızı aranızda bölüştürdüyse, ahlâkınızı da öylece bölüştürdü; dünyayı sevdiğine ve sevmediğine, dini ise sadece sevdiklerine verdi. Kime Allah din nasip etmişse, onu sevmiş demektir.” (Hâkim, el-Müstedrek, II, 85)

Buna göre Allah Teâlâ’nın, yetim büyümesine ve fakir olmasına rağmen en büyük rahmet eseri olan Kur’an’ı, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e vermesi, bu en yüce şerefi ona bahşetmesi normal karşılanmalıdır. Şüphesiz o büyük rahmete inanmak, bağlanmak, gereğince kulluk yapmak ve ömrü Kur’an hizmetine adamak, insanların yığıp biriktirdikleri dünya malından, mülkünden ve servetinden elbette hayırlıdır. Zira mâna maddeden daima üstündür; âhiret dünyadan daha hayırlıdır. Bu sebeple madde mânaya fedâ edilmelidir. Âhireti kazanmak için dünya imkânları çok iyi değerlendirilmelidir. Çünkü insan dünya için değil esas âhiret için yaratılmıştır.

İslâm’ın, Allah’tan alıkoyan bir nesne olarak dünya karşısında âhirete, madde karşısında mânaya verdiği kıymeti daha iyi kavrayabilmemiz için Rabbimiz, çok çarpıcı bir misal vermektedir:

Zuhruf Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Zuhruf Suresi 31. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...